Wong Kar-wai’nin sineması, arzunun değil bekleyişin, temasın değil mesafenin kaydını tutar. In the Mood for Love; bastırılanın ve ertelenenin hikâyesini, zamanın içinden sızarak anlatır.
Bazı filmler olup biteni anlatmaz, olmak üzere olanı bekler. In the Mood for Love, bu bekleyişin sineması. Söz verilmemiş ama içten içe hissedilen duyguların, zamanla gerilim kazanan bir mesafenin ve asla dokunulmamış bir aşkın çevresinde gezinir. Wong Kar-wai; bu filmde anlatıyı eylemle değil, eylemsizlikle kurar. Karakterler konuşmaz, itiraf etmez, sarılmaz. Ama bu suskunlukta öyle bir yankı vardır ki, izleyici duygunun sözcüklerden çok daha yoğun bir biçimde kurulduğunu fark eder. Film, yalnızca bir aşk hikâyesini değil, o aşkın mümkün olamamasından doğan varoluşsal boşluğu da işler; tıpkı zamanın içinden geçip giderken geride bıraktığımız duygular gibi.

ZAMANIN DARALDIĞI KORİDORLAR
1960’ların Hong Kong’u: sıkışık daireler, ince duvarlar, dar koridorlar. İnsanlar birbirinin yemeğini taşır ama birbirine bakmaz. In the Mood for Love tam da bu bakmama pratiğinin içinden bakışın gücünü çıkarır. Wong Kar-wai’nin 2000 yapımı bu filmi, görünürde aldatılan iki evli insanın birbirini “bulmasını” konu edinir. Ama bu buluş, sanıldığının aksine bir teselli ya da iyileşme değildir. Bu film aşkı değil aşkın olamamasını, gecikmesini, ertelenmesini kaydeder.
Su Lizhen (Maggie Cheung) ve Chow Mo-wan (Tony Leung), eşlerinin birbirleriyle ilişkisi olduğunu öğrendiklerinde, aralarındaki bağ “bir şeyi yaşamamak üzere” kurulur. Bu tuhaf etik mesafe, filmi bir eylem değil bir ertelenme anlatısına dönüştürür. Bu yüzden In the Mood for Love, romantik bir film değildir; daha çok, etikle arzu arasındaki çatlağın içinde büyüyen bir melankolidir.
GÖSTERMEYEN GÖSTERGELER
Wong Kar-wai sinemasında duygular doğrudan gösterilmez; onların çevresinde dönülür. Filmdeki planlar, karakterleri genellikle yarım, sırtı dönük ya da aynadan yansıyan halleriyle sunar. Kamera, karakterleri olduğu kadar onları saran boşluğu da çeker. Bu boşluk, seyircinin duygusal olarak yerleştiği alan olur. Bu anlamda film, yalnızca bir anlatı değil, bir atmosferdir.
Sinematograf Christopher Doyle’un görsel dili, ışığı ve mekanı hem sınırlayıcı hem de duyusal bir araç olarak kullanır. Özellikle Su’nun desenli elbiseleri, karakterin bastırılmış arzularını ve sınıfsal zarafetini görsel olarak taşır. Estetik burada sadece süs değil; suskunluğun biçimidir.

HAFIZANIN KIRILGANLIĞI
Film boyunca tekrar eden şarkılar -özellikle Nat King Cole’un “Quizás, Quizás, Quizás”ı- sadece bir nostalji değil, bir zaman kırılması yaratır. Wong Kar-wai, geçmişin düz bir çizgi olmadığını; hafızanın her zaman şimdiye sızdığını gösterir. Arzunun ifade edilmediği yerlerde, tekrar devreye girer: aynı sokaklar, aynı yemekler, aynı sözler. Film bu yönüyle bir hafıza mekânıdır. Aşk yaşanmaz, hatırlanır.
Bu hatırlama biçimi, bir duygunun “geçmiş”te değil, “geçmişe dönük” bir özlemde var olduğunu ortaya koyar. Chow’un Angkor Wat’ta bir sırrı taş duvara fısıldaması, hem bir aşkın mezarı hem de hafızanın asla kapanmayan bir boşluğudur.

TEMAS ETMEDEN AŞKA DOKUNMAK
In the Mood for Love, seyirciyi bir hikâyenin içine değil, bir duygunun etrafına yerleştirir. Bu, yaşanmış bir aşkın değil, yaşanması mümkün olmamış bir yakınlığın hikâyesidir. Filmde sınıfsal göstergeler, mekânsal kısıtlamalar ve dönemin toplumsal normları, karakterlerin hareket alanını sınırlarken, duygularını da neredeyse görünmez kılar. Bu görünmezlik, filmi derinlemesine politik bir metne dönüştürür: Neyi göremeyiz? Ne zaman bakarız ama görmeyiz?
AŞKIN NEGATİF ALANI
In the Mood for Love, izleyeni dramatik bir katharsise ulaştırmaz. Film bittiğinde, bir şey yaşanmadığına değil, yaşanmamışlığın ne kadar yakıcı olduğuna tanıklık ederiz. Aşk burada bir olay değil, bir boşluktur ve Wong Kar-wai bu boşluğu olabilecek en incelikli sinema diliyle işler. Duygular, filmin içinde değil, aralarında yaşar.
Ve belki de bu yüzden, In the Mood for Love, sadece bir aşk hikâyesi değil, bir “aşkın mümkün olmama” hikâyesi olarak kalır. Zamanın, hafızanın ve bakışın iç içe geçtiği bu film, her izleyişte başka bir kırılganlığı açığa çıkarır. Sessiz ama çok sesli, hareketsiz ama çok yoğun.
Yorum yaz