ÇOK FAZLA, ÇOK AZ, HER ŞEY GİDİP GELİYOR
Kafenin cam kenarında otururdu çoğu zaman. Uzakta yaşamayı mı tercih ederdi bilmiyorum. Sürekli kitap okurdu ve kırmızı renkli defterine yazılar yazardı .Her zaman aynı saatte orada otururdu. Her zaman aynı saatte sevgilisi gelirdi kafeye. Sevgilisi ona bir şeyler söylerdi bağıra çağıra küfür ederdi. O yüzündeki kırışıklıklarından cevaplar verirdi sevgilisine.İçi acırdı çoğu zaman fakat uzaktan belli değildi bakışları. Bir süre sonra sevgilisi giderdi. O da ağır adımlarla kafeyi terk ederdi. Yolda yürürken etrafa bakmazdı. Ağır adımlarla yürürdü koşmaktan yorulmuştu. Canını acıtan her insan, yaşadığı herşey yormuştu onu. Biraz yürüdükten sonra insanların kafasını çevirip bakmadığı dört katlı eski evine geldi. Merdivenlerden dairesine çıktı kapıyı açtı, çantasını yere bıraktı, montunu ayakkabısını çıkardı ve koltuğa uzandı. Boş gözlerle tavanı seyretti. Tavanın dökülmüş boyaları onunla konuşuyordu. Boyası akmış tavan ‘hiçbir şey senin yüzünden değil’ diyordu.A dam gözlerindeki pırıltıyla gülümseyerek cevap verdi boyası akmış tavana. ’Niye böyle oldu? Niye insanlar acımasız ve duygusuz niye ışıklardan ve mutluluktan uzağım’ dedi adam. Her şeyini kaybetmişti onda kalan tek şey insanların dokunamadıkları değiştiremedikleri kalbi ve parıldayan gözleriydi. Ailesini kaybetmişti. İnsanlar galibiyetlerini kutlarken o hep içi boş zamanların esiri olmuştu. Son romanından kazandığı para bitmişti ve ev sahibi kirasını istiyordu. Evdeki son günüydü. Gece olmuştu. Adam uzandığı koltuktan doğruldu ve ağır hareketlerle dolabı açtı, bavulun içine eşyaları koydu ve yine ağır adımlarla kapıyı açıp evi terk etti. Yolda yürürken sevgilisi adamı defalarca aradı adam telefonu hiç açmadan yoluna devam etti. Bir süre sonra deniz kenarına geldi ve telefonu aniden denize fırlattı. Artık her şey sessizdi onun için. Denize baktı, dalgalar kıyıya vururken kalbinin attığını hissetti. Sessizlikte farklı bir dokunuş vardı onu her şeyden uzaklaştıran, sarılıp öpüp terk etmeyen bir dokunuş. Sahilde bir süre durduktan sonra boyası dökük mavi bavulunu aldı ve uzaklaştı. Bir süre yürüdü ve gecenin bile kafasını çevirip bakmadığı bir sokağa girdi. Bu sokakta herkes yalnızdı. Kendisinden parçalar görmüştü o sokakta. Sokak farklı insanlarla doluydu. Çingeneler, sarhoşlar, şarkı söyleyen gözleri buğulu ama umuda tutunan bir kadın şarkıları ile inletiyordu sokağı. Adam kaldırıma oturdu bavuluna baktı bavulu da ona. Tam bu sırada bir travesti geldi adamın yanına ve koyu bir sohbete daldılar. Her şeyden konuştular yalnızlık hariç. Çünkü her yerde yalnızlık vardı. Tam bu sırada şarkıcı kadın adama sarıldı ve ‘benim dairemde kalabilirsin’ dedi. Adam önce cevap vermedi. Uzun uzun baktı kadına kaybolanların haykırışları vardı bakışlarında. Ardından adam ayağa kalktı ve kadını dudaklarından öptü. Sokağın soluk lambalarının rüzgarıyla yürüdüler. Çok geçmeden şarkıcı kadının evine geldiler. Ev çok dağınıktı ve adam bu dağınıklığa hayran kalmıştı. Dağınık olan her şey adam için güzeldi. Kadın mutfaktaki dolaptan biraları çıkardı. Sonra salona geçti ve içmeye başladılar. Kadın adama ‘Neden herşeyin uzağındasın’ dedi Adam ‘Uzağında değilim beni öldürenlere sor bu soruyu’ dedi ‘Nasıl yani’ dedi kadın. Adam ‘Seçmeden yaşıyoruz, bize yaşatılanlar bizi öldürüyor. Bu yüzden kan revanız’ dedi. Ardından kadınla adam arasında bir sessizlik oldu. Adam kadına yaklaştı gülümsedi ve’ kimse yok olmayı seçmez ama ben bu gece yok olmayı seçiyorum’ dedi. Kadın adama sımsıkı sarıldı ardından odalardan birine geçti ve uzandı ve yine boyası dökük tavana baktı. Kadın ise adamın onunla sevişmesini beklerken tek başına odaya gitmesine şaşırdı. Kadın adamda hayatında hiçbir erkekte görmediği her şeyi görmüştü. Bu zamana kadar boşa yaşadığını düşündü kadın. Sabah olmuştu adam uyandı ve sessizce evden çıkıp gitti. Sokağın başında durdu bavulunu açtı bavulundan şarabı çıkardı ve şarabı içerek gözlerden kayboldu. Herkesin gördüğü adam artık yoktu. Evde ise kadın yeni uyanmıştı adamın gittiğini fark etti pencereyi açtı ve yüzüne vuran rüzgarı gözleri kapalı dinledi. Rüzgar yüzünü okşarken adamın yüzünü okşadığını ve uzaklaştığını hissetti. Adamın bu dünyaya ait olmadığını anladı .Bense artık onu kafede görmüyordum. O anda anladım böyle bir adamın yaşamadığını. Zaten yaşayamazdı nasıl dayanabilirdi her şeye Nasıl boğuşurdu insanlarla, yalanlarla insanların bitmek tükenmek bilmeyen kıskançlıkları ve nefretiyle. Umudunu kaybetmeden nasıl savaşabilirdi? Yalan olan her sahneyle bu kurmacada nasıl mutlu olabilirdi? Onların sürüsüne katılmadan ya da savaşmayı göze almadan nasıl devam edebilirdi? Direnmeden ,inanmadan devam edemezdi adam. Bunu biliyorum. Çünkü mutluluğun azıyla yürüyemiyordu marş basmıyordu artık. Hayatında elektrik kesintisi olursa okyanuslarda boğulursun. İşte sonsuza kadar süren yalnızlık buydu. Bir anda hayatındaki bütün dalların insanlar tarafından kopartılması ya da kopması. Ve boğulmaktan kurtulmak için senin kulaçların yetmiyor hayata karşı. Fırsatsızlıktan kanatlarını çırpamıyorsun, sana eşlik edilirse yaşadığını hissedersin. Her şey bir yap boz, her şey parçaların birleşip birleşmemesiyle ilgili. Buna ister şans deyin yada adsız bir şey. Kollarını tutan seni kaldıran şartlarla, insanlarla adımların duyulur ancak. Ama nedense her şey gidip geliyor, bir var bir yok.