Mutlak Fikirde Özgürlük
Düşünüyorum da, hiç düşünmüyoruz. Şehrin olağan yahut olağandışı akışında (hiçbir farkı fark etmeksizin), bir ağaç altında, bir mezar köşesinde, masanın tam ortasında, otobüs camında, üzüntü anında, gençlik çağında… Bize bir hâller oluyor, bir şeyler vuku buluyor da, hiç düşünmüyoruz.
İçimize, içimizden akan bir şeyler var. Dönüp duran, başımızın etrafında sürekli dolanan bir şeyler. Ayağımızın altına aldığımız, gözümüzü devirip kaçtığımız, kaldırıp -sözde- hiç görünmeyecek bir kenara koyduğumuz şeyler. Yaşam gibi, yaşamak gibi, hissetmek, hissedebilmek gibi. Bir şeyler işte, toprak gibi, gölge gibi, kendimiz gibi biraz. Öyle şeyler ki, kurulup bir deniz kenarına, kaçmanın bin bir anlamıyla seyredebilecekken yaşamayı; süslü, kof bedenlere köle ediyor bizi. Kendi hayalinde kendine maznun ediveriyor insanı. Bir bilsek, doğumdan ölüme, yalnız aptal kaldırımlarda şıkırtılı elbiseler, yerden bitme fraklarla, doyasıya süslenmiş bedenlerle kendimizi kendimize hapsettiğimizi! Oturup bir tepede, her şeyden habersiz, sersem bir kuşu izlemenin ne derece hilkat sırrıyla alakalı olduğunu, ve bilsek, tam ortasında koskoca bir boşluk bulunan cüsselerimizle, berhava zihinlerimizle, diyalektiğinden -hatta diyalektiğin ne olduğundan dahi haberimiz yok- haberimiz olmayan yalnız fikir yükü ideolojilerimizle ortalıkta dolaşıp özgürlük aramanın amuda kalkıp kaka yapmaya benzediğini ve mutlak yahut geçici bir mutluluk getirmesinin imkansız olduğunu.
Bilmiyoruz, çünkü bir bilinmeze doğuyoruz bizden evvel kurulmuş olan düzensiz düzende. Yalnız kışır fikriyatçılığıyla geçen ömürleriyle, enaniyet posasından arınamamış zihinleriyle ve dünyaya yalnız bir kere gelmenin kendilerinde derin bir ürküntü uyandırması gerektiği halde, gereksiz ve amaçsız bir eğlence bilinciyle yaşamaya devam edenlerin gam yüklü gamsızlığıyla, içinde bulunduğumuz çağ hazin manzaralar sunuyor bizlere.
Yaşadığımızı sanıyoruz da, yaşamıyoruz. Özgür falan da değiliz. Eşyaya, maddeye hapsolmuş ruhsuz insan nasıl özgür olabilir? Özgür olmayı, salt fikrini ulu orta beyan etme temeline dayandıran ahmak nasıl özgür olabilir? Estetik anlayışı yalnızca kadın ve içki temalı apışarası edebiyatına indirgeyen ağzı açık ayran budalası kabilinden tipler esas anlamda fikrin özgürlüğüne sahip midir, esas anlamda özgür müdür? Neden ve nereden geldiğini, neden ve nereye gittiğini bilmeyen, ortada mebsut şekilde anlatılmış tüm haritaları görmesine rağmen gördüğü haritaya ve üzerinde tüm bedahetiyle duran yollara inanmayan, inanmayışını asla temellendirmeyen, daha sonra da var olmuş herhangi bir doğru yol bulunmadığını ortaya sürerek fikir tembelliğiyle ömrünü geçiren bir beyin hamalından daha tenakuz sahibi biri var mıdır, ve düşünün, bu insan nasıl özgür olabilir?
Özgür insan fark eden, hisseden ve etrafında olup bitenlerin ne yöne doğru temerküz ettiği tahayyülüne mâlik kimsedir. Özgür insan, varlığını bir et parçasıyla çevreye kabul ettirmeyi özgürlük saymayan kimsedir. Fikir çilesine sahip, ezbere, beylik sözlerden uzak, hissetmediği fikrin destekçisi ve slogancısı olmayan ve tüm varlık heybetiyle eşyaya hapsolmayıp eşyanın sırrıyla ona hükmeden herkes özgürdür. Yaşamı bir manivelayla tutup lehine çeviren, kendinde mündemiç tüm güzellikleri nefsini sigaya çekip ortaya döken ve ömrünü popülizm uğruna bir hiç etmeyen kişi, muhakkak özgürdür. Hayatın olanca karışıklığında, hayata karışmış ve herkesleşmiş zihinlerimizi fikir çilesinin gergefinde ustaca işlemenin haysiyetine talibiz. Mutlak özgürlüğü, “Mutlak Fikir” sahibi “Mutlak Sahip’e” kul olarak edinmenin zorluğuna ve kazanmanın haysiyetine talibiz. Mutlak özgür olma yolunda, beyin hamalı değil fikir çığlığı mâliki herkese selâm olsun!