Bazen kader, sadece bir adamın değil, bütün bir çağın hikâyesini anlatır. Gelin, birlikte Barry Lyndon’ın dünyasına adım atalım…
1975 yapımı Barry Lyndon yalnızca bir film değil, âdeta zamanın akışına karşı direnen bir sanat eseri. Stanley Kubrick’in görsel dehasıyla hayat bulan bu eser, sadece 18. yüzyıl Avrupa’sının aristokratik ihtişamını değil, insan doğasının zaaflarını ve talihin inişli çıkışlı yollarını da büyüleyici bir biçimde resmediyor. Film, William Makepeace Thackeray’nin 1844 tarihli romanı The Luck of Barry Lyndon‘ dan uyarlanmış olup sadakatle işlenen hikâyesi ve atmosferik anlatımıyla hem edebiyat hem de sinema tarihine iz bırakmayı başarıyor.
BİR KUBRİCK TABLOSU
Stanley Kubrick’in filmografisinde Barry Lyndon, diğer yapımlarından farklı, daha sakin ama aynı ölçüde yoğun bir anlatı örneği sunuyor. 2001: A Space Odyssey‘nin fütüristik soğukluğundan ya da A Clockwork Orange‘ın şiddet yüklü distopyasından sonra Kubrick’in bu kadar ağırkanlı bir dönem filmine yönelmesi birçok eleştirmeni şaşırtmıştı. Ancak yönetmenin mükemmeliyetçiliği, bu filmde belki de en somut ve göz kamaştırıcı hâlini alıyor. Özellikle doğal ışıkla çekilen sahneler ve dönem tablolarını andıran kareler, Kubrick’in sanatsal vizyonunun ne denli ileri görüşlü olduğunu gözler önüne seriyor.

EDEBİYATTAN SİNEMAYA
William Makepeace Thackeray’nin romanı, dönemin İngiliz toplumuna keskin bir hiciv sunar. Romanın anlatıcısı Redmond Barry, kendi hikâyesini kendine özgü bir kibir ve kendini kandırma diliyle aktarır. Bu noktada Thackeray, kahramanının hem zaaflarını hem de toplumun ikiyüzlülüğünü ustalıkla sergiler. Kubrick ise, kitabın ironik tonunu koruyarak, anlatıcıyı üçüncü şahıs bir sesle (Michael Hordern’ın sesiyle) sunmayı tercih eder. Bu anlatım tercihi, karakter ile seyirci arasına bilinçli bir mesafe koyar; Redmond Barry’nin yükselişini ve kaçınılmaz çöküşünü neredeyse kaderci bir zorunlulukla izleriz. Filmde Barry’nin başarı ve düşüş hikâyesi, bireysel tercihler kadar şansın da etkili olduğu bir dünyayı resmeder. Kubrick, Thackeray’nin yarattığı bu “talih oyununu” büyük bir sadakatle beyazperdeye taşır.

GÖZ KAMAŞTIRICI BİR GÖRSEL DÜNYA
Barry Lyndon’ın en çok konuşulan yönlerinden biri, eşsiz görselliğidir. Kubrick, dönemin doğal ışık koşullarını taklit etmek için özel lensler kullanmış; özellikle iç mekân sahnelerinde sadece mum ışığından yararlanmıştır. Bu tercih, seyirciyi 18. yüzyıl dünyasına adeta ışığın dokusuyla taşır. Her bir kare, adeta birer yağlı boya tablo gibidir. Fransız ressam Jean-Antoine Watteau ve İngiliz ressam Thomas Gainsborough gibi sanatçılardan esinlenilen kompozisyonlar, filmin atmosferine tarihsel bir özgünlük katar. Kostümler, mekanlar ve müzikler de bu görsel ihtişama eşlik eder. George Frideric Handel, Franz Schubert ve İrlanda halk müziklerinden derlenen parçalar, hikâyenin duygusal tonunu desteklerken zamana meydan okuyan bir nostalji hissi yaratır.

TALİHİN OYUNCAĞI: REDMOND BARRY
Filmin merkezinde yer alan Redmond Barry (Ryan O’Neal), başlangıçta masum bir gençken, zamanla hırs, aşk, savaş ve ihtirasla yoğrulmuş bir anti-kahramana dönüşür. Onun hikâyesi, kişisel zaafların, toplumsal beklentilerin ve rastlantıların şekillendirdiği bir trajedidir. Barry’nin başarıya ulaşması, onun meziyetlerinden çok çevresindeki koşullara ve rastlantılara bağlıdır. Ancak yükseliş ne kadar hızlıysa, düşüş de bir o kadar kaçınılmazdır. Kubrick’in bakış açısında, bireyin özgür iradesi sınırlıdır; hayat, çoğu zaman insanın iradesi dışında gelişen güçler tarafından yönlendirilir. Bu açıdan Barry Lyndon, yalnızca bir dönem filmi değil, aynı zamanda insan doğasına dair evrensel bir anlatıdır.

ZAMANSIZ BİR ESER
Stanley Kubrick’in Barry Lyndonı, ilk gösterildiğinde karışık eleştiriler almış olsa da, zamanla sinema tarihinin başyapıtları arasına katıldı. Görsel estetiği, anlatı biçimi ve karakter derinliğiyle film, klasik sinemanın zirvelerinden biri olarak kabul ediliyor. Ayrıca Kubrick’in edebiyata olan saygısı ve anlatıdaki ironi hissini koruma çabası, bu uyarlamayı benzersiz kılıyor.
Barry Lyndon, izleyicisine yalnızca bir hikâye anlatmakla kalmıyor; onları bir çağın ruhuna, bir insanın iç dünyasına ve talihin acımasız doğasına doğru sessiz ama unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Zaman geçse de Barry’nin hikâyesi, zamanın rüzgarına karşı yavaşça ilerlemeye devam ediyor.

NEDEN İZLEMELİSİN?
Eğer bir filmi sadece izlemek değil, adeta yaşamak istiyorsanız, Barry Lyndon’ın her karesi sizi içine çekecek. Tarihi atmosferi iliklerinize kadar hissetmek, 18. yüzyılın ruhunu ışık, müzik ve mekân aracılığıyla deneyimlemek istiyorsanız, bu film size unutulmaz bir deneyim sunuyor. İnsanın kaderi, şans ve toplumsal beklentiler üzerine derinlemesine düşünmek istiyorsanız, Barry’nin inişli çıkışlı hikâyesi size düşündürücü bir ayna tutacak. Üstelik Stanley Kubrick’in ustalığını en rafine haliyle görmek ve sinema sanatının sınırlarını nasıl zorladığına tanıklık etmek için daha iyi bir fırsat zor bulunur. Kısacası, koltuğunuza kurulun ve Barry Lyndon’la zamanda zarif bir yolculuğa çıkmaya hazır olun; çayınızı da unutmayın, çünkü bu film aceleye gelmez!
Yorum yaz