Bizans Sanatına Giriş
Bizans İmparatorluğu ve sanatı bin yılı aşkın bir zaman dilimine yayılmıştır ve başkenti olan Konstantinopolis’in de dışında konumlanan uzak bölgelere nüfuz etmiştir; tüm bunlar, ‘’Bizans Sanatı’’ üzerine konuşurken işimizi zorlaştırır. Nitekim, Bizans sanatı, bünyesinde 4. yüzyıldan 15. yüzyıla kadarki dönemde dünyaya kazandırılan çalışmaları ve İtalyan yarımadasının bazı kısımlarını, Doğu Slavları, Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı barındırır. Öyleyse Bizans sanatı nedir ve bu terimi kullanırken neyi niteleriz?
Bizans sanatının genel çerçevede 3 farklı dönem olarak ele alındığını bilmek işimizi kolaylaştıracaktır:
Erken Bizans (330–843)
Orta Bizans (843–1204)
Geç Bizans (1261–1453)
Erken Bizans (330–843)
Konstantin Hıristiyanlığı nüfusuna geçirir ve 330 yılında imparatorluğunun başkentini Roma’dan doğu sınırında yer alıp günümüz İstanbul’u olan Konstantinopolis’e taşır. Hıristiyanlık hızla gelişir ve gün geçtikçe, zamanında Roma dinini ve kültürünü niteleyen Greko-Romen tanrılarının koltuğuna oturur. Fakat yaşanılan bu dini değişim, imparatorluk genelinde icra edilen sanatı önemli ölçüde etkiler.
Bu dönemde, İmparator Justinianus’un hükmettiği 6. yüzyılda inşa edilen Ayasofya da dahil olmak üzere, en eski Hıristiyan kiliseleri inşa edilir. Kiliselerin iç kısmındaki ikona ve mozaik gibi süslemeler, bu dönemde yapılır. Theodor Tiron ve George arasındaki Çocuk, aynı zamanda Meryem Ana gibi ikonalar, dindarlar ve manevi dünya arasında bir köprü konumundadır.
Buna benzer olarak, Ravenna kentinde yer alan San Vitale Kilise’sindeki gibi mozaikler, semavi dünyasını çağrıştırır. Bu mozaikteki eterik figürler, tanınabilir hiçbir dünyevi evrenin temsilcisi olmayan, altından bir zemine karşı yüzüyor gibi gelir gözümüze. Bu mozaikler, eterik figürleri manevi dünyaya kazandırarak, ibadet edenlerin de o dünyaya erişmesine kapı aralar. Bununla birlikte, mozaiklerde hükmedenlerin gücünü onaylayan, gerçek dünyadan siyasi mesajlar da bulunmaktadır. Bu bağlamda, Bizans İmparatorluğu’nun sanatı, Roma sanatında yer alan bazı gelenekleri sürdürmüştür.
Genel çerçeveden baktığımızda, Bizans sanatı, bizlerin göremediği Cennetin soyut dünyasını ve manevi dünyayı tasvir etmeye yönelik çalışması bakımından, Roma sanatından farklılık gösterir. Böylelikle, Greko-Romen’e karşı gösterilen derin ilginin ve natüralizmin yerini, düzgünlüğe ve gizeme olan ilgi alır.
Orta Bizans ( 843–1204)
Orta Bizans dönemi, dini tasvirlerin kullanımının hararetli bir şekilde tartışıldığı, İkonoklastik Tartışma olarak tanımlanan döneme takiben başlar. Dini tasvir kullanımının putperest bir davranış olduğuna inanan İkon düşmanları, dini tasvirleri yok eder ve günümüze yalnızca birkaç dini tasvir bırakır. Sanat tarihi dünyası için büyük bir şans olarak, bu savaşı dini tasvirlerin tarafında olan insanlar kazanır ve buna takiben, yüzlerce yıllık Bizans sanat eserleri yaratılır.
Erken Bizans döneminin biçemsel ve konusal yönelimleri, Orta Bizans döneminde kilise yapımlarının ve iç mekan dekorasyonlarının odak noktası olmasıyla devam eder. Buna karşın, imparatorluk kapsamında bazı değişiklikler gerçekleştirilir; bu değişiklikler sebebiyle sanat da değişime uğrar. İlk olarak, imparatorluğun yarattığı etki, 10. yüzyılda Rusların Ortodoks Hıristiyanlığını benimsemesiyle Slav dünyasında kendini gösterir. Böylelikle Bizans sanatı, Slav topraklarında yeni bir hayat bulur.
Orta Bizans dönemi mimarisi, Bizans mimarisi dendiğinde akla ilk gelen merkezileştirilmiş kare içinde haç planına doğru kararlı adımlarla ilerler.
Bu kiliseler, genel olarak İstanbul’da yer alan devasa boyuttaki Ayasofya’dan çok daha küçüktü; ancak, Ayasofya’da olduğu gibi, bu kiliselerin çatı hattı da bir kubbe/kubbeler biçimindedir. Bu dönem, ayrıca kiliselerin dış cephelerindeki süsleme yapımlarının arttığı bir dönemdi. Bu durumun özellikle iyi bir örneği olarak Yunanistan’da bulunan ve 10. yüzyıl eseri olan Hosios Loukas Manastırı’nı verebiliriz.
Dönem, aynı zamanda istikrarın ve zenginliğin arttığı bir dönemdi. Bu bakımdan, zengin yöneticiler, özel adak eşyası olarak kullanılan ünlü Harbaville Tryptich’e benzer şekilde oyulmuş fildişi de dahil olmak üzere, özel ve lüks eşyalar aldılar. Yukarıda bahsettiğimiz 6. yüzyıl simgesi olan Theodor Tiron ve George arasındaki Çocuk ve Meryem Ana ikonaları, izleyicisinin semavi dünyaya erişimine yardımcı olur. İlginç bir şekilde, bu örnekte Greko-Romen dünyasının mirasını hacim ve alan bilinci doğrultusunda gözlemleyebiliriz. Bu duruma, Harbaville Triptych’in alt bölümünde yer alan iki figürde, sağ dizin ön çıkıntısındaki kıvrımlar halinde duran kumaşın düz düşüşünde yaşanan kırılma durumunu örnek olarak verebiliriz. Bu dönem süresince insan bedenini natüralizm doğrultusunda sunmaya yönelik duyulan bu isteği, klasik zamanlara olan ilginin bir yansıması olarak ele alabiliriz. Dolayısıyla, her ne kadar Bizans sanatını ‘’ruhani’’ veya ‘’düz’’ olarak ele almak daha cazip olsa da, Bizans sanatının çeşitlilik gösteren bir sanat üslubu olduğunu belirtmek daha doğru bir davranış olacaktır. Bizans İmparatorluğu’ndaki farklı dönemlerin ve bölgelerin sanatını, farklı kültürel tesirler ve birçok siyasi ve dini yönelimler şekillendirmiştir.
Geç Bizans (1261– 1453)
1204 ve 1261 yılları arasında, Bizans imparatorluğu kendisini farklı bir krizin içinde buldu: Latin İstilası. Batı Avrupa’dan gelen Haçlılar, 1204 yılında Konstantinopolis’i işgal yoluyla ele geçirdiler ve doğu imparatorluğunu batı Hıristiyan alemine çekme amacı güderek imparatorluğu kısa süreliğine devirirler. Hıristiyanlık bu olaydan sonra Bizans İmparatorluğu’ndaki doğu (Ortodoks) Hıristiyanlığı ve Avrupa’nın batısında yer alan batı (Latin) Hıristiyanlığı olarak ikiye bölünür.
Her ne kadar belirgin oranda güçten düşmüş olsa da, Bizans İmparatorluğu 1261 yılı ile birlikte batılı işgalcilerden kurtulur ve yeniden bağımsız bir imparatorluk haline gelir. Toprakları azalan imparatorluğun gücü de azalır. Her ne olursa olsun, Bizans, 1453 yılında Osmanlıların Konstantinopolis’i ele geçirmesine kadar ayakta kalır. Refahın ve istikrarın düştüğü bu döneme rağmen, sanat tıpkı daha önce de olduğu gibi Geç Bizans döneminde de yeşermeye devam eder.
Konstantinopolis’in 1453 yılında Türklerin eline geçmesiyle birlikte Bizans İmparatorluğu’nun sonu gelir; fakat buna rağmen, Bizans sanatı ve kültürü, uzun müddet gelişimini gösterdiği Yunanistan, İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yanı sıra, birçok bölgede geniş çaplı olarak yaşamaya devam eder. İlk olarak Konstantinopolis’in düştüğü dönemde kendisini göstermeye başlayan Rus İmparatorluğu, seçik bir tarz olan ‘’Rus-Bizans’’ üslubunda inşa ettikleri kilise ve ikonalarla Bizans’ı yaşatmaya devam eder. Yine benzer olarak, İtalya’da Rönesans’ın doğduğu ilk dönemlerde de Bizans kendi geleneklerini büyük ölçüde bir başka medeniyete aktarır. Cimabue’nin 1280–1290 yıllarını kapsayan Tahttaki Meryem tablosu, Rönesans’ın panel boyamada alan ve derinliğe yönelik gösterdiği ilginin ilk örneklerinden biridir. Fakat bu tablo Bizans’a özgü geleneklere dayanarak hayata geçirilmiştir ve tamamıyla Bizans sanatlarına borçludur.
Dolayısıyla Bizans İmparatorluğu’nun 1453 yılında yaşadığı çöküşten söz edebiliriz, fakat bu imparatorluğun sularında coğrafi ve zamansal sınırlar çizmek oldukça zordur; çünkü Bizans İmparatorluğu komşu ülkelerine yayılmıştır ve ölümüne takiben çok uzun yıllar sanatsal geleneklerde varlığını sürdürmüştür.
Çeviri Kaynağı: https://smarthistory.org/a-beginners-guide-to-byzantine-art/
Yazar: Selen Karakoyun
Yorum yaz