Geçtiğimiz yazın en çok konuşulan işlerinden biri olan Barbie’yi izlemeyeniniz kaldı mı? Kaldıysa en kısa sürede gidip izlemenizi ve ardından bu yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Çünkü üzerinden iki ay geçmiş olsa da film hakkında biraz konuşmak ve anlatmak istediği konular hakkında tartışmak ve Barbie filmini eleştiri getirmek istiyorum.
Evet, filmin sinemalara gelmesinin üzerinden neredeyse iki ay geçti; geçti geçmesine ancak filmin etkisi henüz bitmedi. Daha doğrusu yabancı sayfalarda hala daha film üzerine tartışmalar dönmekte ve filmin vermek istediği mesaj üzerine yazılar yazılmakta.
BARBIE, FEMİNİST BİR FİLM Mİ?
Kimileri filmin markanın pazarlama stratejisinden başka bir şey olmadığını söylerken, kimileri de günümüz toplumunu ve toplumun kadınlar üzerindeki etkisini açık bir şekilde gösteren bir feminist propagandası olduğundan bahsediyor. Bu görüşleri destekleyici tartışmalar süredursun; gelin bu konuda biz de kendi tartışmamızı yapalım ve Barbie bize neler anlatmaya çalışıyormuş karar verelim.
BARBIE FİLMİ AÇILIŞ SAHNESİ
Yönetmenliğini Greta Gerwig’in yaptığı ve senaryosunu Noah Baumbach’ın kaleme aldığı film, Stanley Kubrick’in 2001: Odyssey (1968) filmindeki ünlü sahneye göndermeyle açılıyor. Dev bir Barbie bebek çöle UFO gibi inince dünya kargaşaya sürükleniyor. Helen Mirren’in müthiş anlatımıyla bu çorak arazi sakinlerinin, oyuncak bebekleriyle oynayan küçük kızlar olduğu anlatılıyor. Anne rolünü oynamaktan yorulan kızlar, heyecan verici yeni arkadaşlarının gelişiyle özgürleşiyor ve ellerindeki bebekleri parçalamaya başlıyor.
“FEMİNİST BİR ÜTOPYA”
Bu açılış Barbieland’i feminist bir ütopya olarak konumlandırıyor. Barbieland’de kadınlar istediklerini yapabilir ve olmayı amaçladıkları her şeyi gerçekleştirebilirler. Başkan olabilir, edebiyat ödülü kazanabilir ve sabaha kadar süren muhteşem partiler düzenleyebilirler. Hiçkimse de onlara engel çıkaramaz. Film de Barbieland’deki mükemmel hayatı, gerçek dünyada onunla oynayan insan üzgün olduğu için yavaş yavaş değişen sıradan Barbie’yi (Margot Robbie) konu alıyor.
YÖNETMENİN FEMİNİST PERSPEKTİFİ
Aslında filmin konusu, yönetmenin Oscar adayı iki filmi Ladybird (2017) ve Little Women (2019)’da içeren kadın odaklı öykü repertuarına mükemmel bir şekilde uyuyor. Gerwig, her zaman meraklı, aşırı ve kısıtlayıcı koşullara isyan eden karakter yazan feminist bir yazar olarak bilinmekte, bu nedenle Barbie bir istisna sayılmaz. Yönetmen, diğer hikayelerinde de olduğu gibi burada da modern ve feminist bir hikaye anlatmak için Barbie’nin temsil ettiği tüm anlamları yıkarak yeni bir vizyonla karşımıza çıkıyor.
BARBIELAND’IN MÜKEMMEL DÜNYASI
Barbieland’de hayat zor ve karmaşık değil. Aksine kadınlar tarafından yönetilen, her alanda kadınların olduğu ve kadın düşmanlığının söz konusu dahi olmadığı bir dünyadan oluşuyor. Barbieler bu dünyada herkesin birbirini sevdiği, Kenlerin onları hiç rahatsız etmediği mükemmel günler geçiriyorlar. Ancak bir gün klişe Barbie mükemmel olmayı bırakıyor ve ayakları düz taban ayakkabı giymeye, bacaklarında selülitler oluşmaya ve kendi yaşamını sorgulamaya başlıyor. Bunu çözmek için de Gerçek Dünya’ya gitmesi gerektiği ortaya çıkıyor.
KEN, ATAERKİLLİK İLE TANIŞIYOR
Barbie, Gerçek Dünya’da işlerin kendi dünyasındakinden daha farklı işlediğini görünce şok oluyor; paten kayarken taciz ediliyor, hayatın içindeki eşitsizliklerle karşılaşıyor. Bunun yanında mükemmel vücudu ve ayrıcalıklı yaşam tarzıyla kadınlar için kötü rol model olduğu eleştirilerine maruz kalırken; Ken (Ryan Ghostling) ise kadınların nasıl objeleştirildiğini ve onları kısıtlayarak nasıl güç sahibi olunduğunu öğreniyor. Ancak Barbie, bu durumlar sonucunda rahatsızlık duyduğunu söylerken Ken, hayranlık hissettiğinden bahsediyor. Kısacası ataerkillik ile tanışıp ve Gerçek Dünya’daki erkek egemenliğinden sarhoş oluyor.
Barbieland’a döndüğünde ise Ken, öğrendiği şeyler uygulamaya başlıyor. Artık her gece “erkekler gecesi” oluyor; her Barbie hayranlık uyandırmak, bira servisi yapmak ve erkeklerin kırılgan egolarını beslemek için var olmaya başlıyor. O dünyanın kadın başkanı, sahilde erkeklere içki servisi yapıyor; tamamı kadınlardan oluşan yüksek mahkeme üyeleri, amigo kız oluyor.
Aslında Ken, kendi haklarının kadınlar tarafından gölgede bırakıldığına inanmaya başlıyor ve kontrol duygusunu yeniden kazanmak için kendini toksik erkek stereotiplerine uyarken buluyor. Gerwig, bu film ile ataerkilliğin topluma ne kadar zarar verdiğini ortaya çıkarma konusunda mükemmel iş çıkarıyor.
BARBIE FİLMİ İZLEMEYE DEĞER MİYDİ?
Özellikle, günümüzün ataerkil toplumunda yaşayan bir kadın olarak filmin vermek istediği mesajı ve Barbie’nin Gerçek Dünya’ya ilk adım attığında duyduğu rahatsızlığı en derinlerde hissettiğimi söyleyebilirim. Aynı şekilde Barbie’nin yerde yatıp varoluşsal kriz yaşadığını gördüğümde ben de kendimi görülmüş hissettim. Arkada Billie Eilish’in “What Was I Made For?” şarkısını duyduğumda ben de bir yandan bu hayatta ne yaptığımı sorguladım.
Evet, Greta Gerwig’in filmi mükemmel değil; eksik olduğu ve geliştirilmesi gereken oldukça fazla noktası var fakat şunu es geçmemek gerekiyor; bana göre yılın en cüretkar işlerinden bir tanesi. Bir fiyasko olabilecek iken verdiği mesaj ile herkesin izlemesi gereken bir film haline geliyor. En çok da erkeklik egolarının yok olacağını düşünüp filme gitmekten kaçınan, gidenleri de küçük gören erkeklerin izlemesi gerekiyor. Çünkü Barbie, kadınların hayatını, haklarını ve güvenliğini tehdit edenin tam da kendilerinin hizmet ettiği ataerkil düşünce yapısının olduğunu anlatıyor.
Yorum yaz