Bir Çeşit Mutsuzluk Hali
Çağımızın hastalığı sanırım kronik mutsuzluk. Birçoğumuz kendimizi zaman zaman kötü hissedebiliyoruz. Aşırı kontrolcü, mükemmeliyetçi olma hali ve böyle insanlarla yaşamımızın bir parçasını ya da önemli bir parçasını zorunlu olarak paylaşma, geçirme durumumuz bizi ister istemez daha da kötü bir hale getirebiliyor. Üzerine her gün eklenen bilgi kirliliği de gelince kafamız doldukça doluyor. Özellikle son zamanlarda içinde bulunduğum ruh halini birçok insanın da yaşadığını araştırınca daha da net bir şekilde fark ettim. Kimi ortada olan sorunları fark edip çözme eğiliminde iken kimi ise kendini kapatma eğiliminde olabiliyor. Peki, çoğu insanın bu ruh hali tam olarak neden kaynaklanıyor? Aşırı bilgi kirliliği, zamansızlık, insanların tutarsız davranışları, maddi ve duygusal olumsuzluklarla başa çıkamama halleri bana göre bu durumun sebeplerini oluşturuyor. Beni en çok yoran ise bilgi kirliliği. İstemediğim halde sıkılıkla maruz kalmış olduğum fikirler, tartışmalar. Yine istemediğim halde veya kimseden bir görüş, konuyla ilgili fikir, öneri talep etmediğim halde insanların ısrarcı bir şekilde fikirlerini söylemeleri, aşırı meraklı halleri ve soru sormaları. Bahsettiğim karşılıklı bir fikir alış verişi ve her iki tarafın razı olduğu bir sohbet, arkadaşlık hali değil. Tek taraflı sorgu, baskınlık kurma ve yine sorulmadan fikir beyan etme hali. Bazen incir çekirdeğini bile doldurmaz dediğimiz olaylar ve insanların yer yer samimi gelmeyen davranışları aslında tüm bunlar dışsal sebepleri oluşturuyor ve bizi içinden çıkamayacağımız ve giderek kısır döngü haline getiren kronik mutsuzluğa sürüklüyor. Bir de şu cevap var ki herhalde bu kadar insana kendini önemsiz hissettiren ve diyalog kapattırıcı, kişiyi anlamak istemediğini beyan eden başka bir cevap yoktur.
Cevap: Boş ver.
Kişi bu cevabı söyleyip, sizi başınızdan savuşturuyor, siz de ya yarım yamalak anlattığınızla kalıyorsunuz ya da olayın tamamını anlatıyorsunuz. Sonuçta ise değişen hiçbir şeyin olmadığını fark ediyorsunuz ve kendini sorgulamaya başlıyorsunuz.
Tüm bunları neden mi yazdım. İnsan ilişkileri konusunda aslında çok da başarılı olmadığımızı ve bu ilişkileri nasıl rayına oturtabileceğimizi biraz olsun araştırabilmek ve düşünebilmek. Her ne kadar birinci sınıflardan itibaren öğretilmeye başlanan Matematik, Türkçe gibi derslerin yanında öğretilmeyen, insanlarla nasıl doğru ilişki kurulur dersi çocukluk yıllarından itibaren belki de bizim en büyük eksikliğimiz olarak yıllar sonra karşımıza çıkıyor ve bizi içsel bir savaşa sürüklüyor. Ne yanından tutsak bir parça elimizde hep kalıyor… İşin garip tarafı kendimizi sürekli tehlike altında hissettiğimiz için tanımadığımız birine bir günaydın, iyi günler, teşekkür ederim deme hallerinden bile yoksun kalmış olmamız. Bazen ise çabamızın karşılığını göremeyip yadırgandığımız davranışlara maruz kalınca kabuğumuza çekildikçe çekilmemiz. Hep söylediğim gibi hayat bize birinci sınıftan itibaren öğretilmeye çalışılan ve sonraki yıllarda da derslerin başarısını insan olma başarısına indirgeyen o karmaşık formüllerden geçmiyor aslında…
Yorum yaz