Alman düşünür Erich Auerbach, Batı edebiyatında gerçekçiliğin köklerini bir destan kahramanının bacağındaki yara izinden yola çıkarak anlatıyor. Peki bu yara bizi nereye götürüyor?
Edebiyat sadece güzel hikâyeler anlatmak değildir; aynı zamanda hayatı nasıl gördüğümüzü, insanı nasıl anladığımızı da gösterir. İşte Alman edebiyat tarihçisi Erich Auerbach, tam da bu düşünceyle 1946’da yazdığı Mimesis adlı eserinde edebiyatın gerçekliği nasıl yansıttığını sorgular. Kitabın ilk ve belki de en çok konuşulan bölümü olan Odysseus’un Yarası, dikkatini bir destandaki küçük gibi görünen bir ayrıntıya verir: bir yara izine.
BACAĞINDAKİ İZDEN TANINAN KAHRAMAN
Hikâye, Homeros’un Odysseia destanında geçiyor. Yıllarca süren savaş ve maceradan sonra evine gizlice dönen Odysseus, kimliğini herkesten saklamaktadır. Ancak onu çocukken büyüten yaşlı hizmetçi, ayağındaki eski bir yaradan onu tanır. Bu sahne, Auerbach’ın gözünden bakıldığında yalnızca bir “tanıma anı” değil, çok daha fazlasıdır.

Çünkü Homeros burada yalnızca “o yarayı almıştı” deyip geçmez. Anlatı, bir anda geçmişe sıçrar ve o yaranın nasıl oluştuğunu uzun uzun anlatır. Bu detaycılık ve açıklık, Auerbach’a göre Homeros’un anlatı dünyasının temelidir: Her şey net, her şey açık, karakterin iç dünyasında bir sır yoktur. Ne düşünüyorsa söyler, ne hissediyorsa açıkça bellidir.
AMA YA İÇ DÜNYA?
Auerbach burada bir karşılaştırma yapar. Aynı dönemin başka bir büyük metni olan Tevrat’taki İshak’ın kurban edilişi sahnesini düşünelim. Tanrı, İbrahim’den oğlunu kurban etmesini ister. Ama anlatı boyunca İbrahim ne düşünür, neler hisseder, oğluna ne söyler; hiçbirini öğrenemeyiz. Okuyucu bu eksikliği sezmek ve hissetmek zorundadır.

İşte bu iki farklı anlatı biçimi – biri her şeyi açıkça söyleyen, diğeri ise gizleyerek hissettiren – Batı edebiyatının iki temel yolu hâline gelir. Auerbach’a göre gerçekçiliğin, yani edebiyatta hayatı olduğu gibi göstermenin ilk adımları bu farkta gizlidir.

GERÇEKÇİLİK, BETİMLEMEDEN İBARET DEĞİL
Peki Auerbach’ın “gerçekçilik” dediği şey ne? Bu sadece detaylı tarifler yapmak, karakterin göz rengini ya da odadaki mobilyayı anlatmak değil. Asıl mesele, insanın iç dünyasını, çelişkilerini, korkularını, inançlarını gösterebilmek. İşte Auerbach, Batı edebiyatında bu derinliğin nasıl ortaya çıktığını, bir yara izinin peşine düşerek gösterir.
KÜÇÜK DETAYLAR, BÜYÜK HİKÂYELER
Odysseus’un Yarası bize şunu hatırlatır: Edebiyat bazen bir bacakta saklı olabilir. Küçük bir iz, bir sahne ya da sessizlik, insanın iç dünyasını ve edebiyatın büyük dönüşümlerini anlatabilir. Auerbach’ın yazısı, edebiyatı sadece “okunacak bir şey” değil, aynı zamanda “anlamaya çalışılacak bir dünya” olarak görmenin yolunu açıyor.
Yorum yaz