Sosyal medya akışının giderek daha gürültülü, algoritmaların daha baskın hâle geldiği bir dönemde Substack beklenmedik bir çıkış yakaladı.
Substack, düşünce akışlarının Twitter’da (X) dağılıp gitmesini istemeyen yazarlar, gazeteciler ve bağımsız içerik üreticileri için yeni nesil bir blog platformu.
DIŞ GÜRÜLTÜDEN UZAK BİR DÜNYA
Substack’in en büyük cazibesi, sosyal medyanın karmaşasından uzak olması. Burada yazdığınız her şey, sizi takip edenlerin doğrudan e-posta kutusuna düşüyor. “Acaba paylaşımım görüldü mü?” derdi ya da mavi tik karmaşası yok.
Üstelik kontrol tamamen sizde. Platformun sunduğu yönetim paneli (dashboard) sayesinde yazılarınızın kaç kişiye ulaştığını, kimlerin okuduğunu ve hangi konuların daha çok ilgi çektiğini şeffaf bir şekilde görebiliyorsunuz.
Yani sosyal medyadaki gibi “algoritma beni öne çıkardı mı?” falı bakmak yerine, kendi başarınızı net rakamlarla ölçebiliyorsunuz. Milyonlarca kişiye rastgele ulaşmaya çalışmaktansa, bu verilerle sadık bir kitle büyütmek çok daha değerli hale geliyor.
NOTES: TWITTER’IN (X) İLK YILLARINDAKİ O SAMİMİ ORTAM
Platformu sadece bir e-posta bülteni olmaktan çıkarıp yaşayan bir ağa dönüştüren özellik ise “Notes”. Burası, Twitter’ın (X) kavga gürültüden uzak, insanların gerçekten konuştuğu o “eski güzel günlerini” yaşatıyor.
Tıpkı oradaki gibi anlık düşüncelerinizi, fotoğrafları veya beğendiğiniz satırları paylaşabiliyorsunuz. Retweet yapar gibi burada da “Restack” yaparak başkalarının içeriklerini kendi takipçilerinize duyurabiliyorsunuz.
Ama en büyük farkı hissettirdiği duygu: Burası bir kaos ortamı değil, yazarların ve okurların birbirini beslediği, trollerin değil fikirlerin konuştuğu medeni bir meydan.
KENDİ YAZARLIĞININ PATRONU OLMAK
Substack’in sunduğu fırsat aslında çok net; artık para kazanmak için ne reklamverenlere ne de milyonlarca takipçiye ihtiyacınız var.
Eskiden yazarların sesini duyurabilmesi için bir gazete köşesine ya da bir yayınevine ihtiyacı varken, burada kurallar tamamen değişiyor. Sistem, “tıkla ve geç” mantığı yerine “abone ol ve destekle” üzerine kurulu.
Okurlar, sevdikleri yazara bir kahve ısmarlar gibi aylık ufak bir ücret ödeyerek ona destek olabiliyor. Bu sayede yazar, herkesi memnun etmeye çalışan içerikler üretmek yerine, sadece kendi sadık kitlesine odaklanabiliyor.
Üstelik sosyal medyanın aksine burada ipler tamamen yazarın elinde; hesabınızın kapanma riski yok, e-posta listeniz tamamen size ait. Kısacası binlerce rastgele takipçi peşinde koşmaktansa, emeğinizin karşılığını veren yüz kişilik sadık bir topluluk, düzenli bir gelir elde etmek için yeterli olabiliyor.
ROMANLAR DA ARTIK E-POSTA İLE GELİYOR
Substack sadece makale yazılan bir yer değil, aynı zamanda edebiyatın yeni sahnesi.
Örneğin, Naomi Kanakia ve John Pistelli gibi yazarlar, eserlerini doğrudan okurla paylaşarak büyük yayınevlerine ihtiyaç duymadan da ses getirilebileceğini kanıtladı. Ayrıca Dövüş Kulübü’nün yazarı Chuck Palahniuk ve Salman Rushdie gibi dev isimler de hikayelerini burada paylaşıyor.
Bu durum sizin için de geçerli. Yıllardır çekmecenizde bekleyen o roman dosyasını veya yarım kalan hikayelerinizi yayımlamak için bir yayınevinin kapısını çalmak zorunda değilsiniz. Eserinizi doğrudan okura sunabilir, bölüm bölüm paylaşarak kendi kitlenizi oluşturabilirsiniz. Kim bilir, belki de bir sonraki çok satan roman, raflarda değil, bir Substack bülteninde doğar.
TÜRKİYE’DEN YÜKSELEN BAĞIMSIZ SESLER
Bu platform sadece İngilizce içerikler için değil, Türkçe içerik üretenler için de büyük fırsatlar sunuyor. Substack, bağımsız seslerin küresel ölçekte yükseldiğinin en büyük kanıtı.
Bu bağımsız ekosistemden çıkan en önemli isimlerden biri Pelin Dilara Çolak. Felsefe odaklı Athenaum Kitap Kulübü, küresel listede üçüncü sıraya kadar yükselerek, listedeki İngilizce olmayan tek yayın oldu.

Çolak’ın yanı sıra, geleneksel medyadan bağımsızlaşan pek çok gazeteci ve yazar da Substack’te köşe yazısı kısıtlamalarına uymadan, doğrudan okurdan destek alarak yazmaya devam ediyor. Bu, tanınmış bir ismin büyük medya kuruluşlarının beklentilerinden bağımsız bir şekilde kendi okur kitlesiyle doğrudan ve sürdürülebilir bir bağ kurduğunu gösteriyor.
HER ŞEY TOZPEMBE Mİ?
Elbette eleştiriler de yok değil. En çok konuşulan konu, ücretli bültenlerin bilginin erişilebilirliğini azaltıp azaltmadığı ve herkesin bir bülten başlattığı bu ortamda “Hangisini okuyacağız?” yorgunluğunun baş göstermesi.
Ek olarak, Türkiye’deki içerik üreticileri maalesef önemli bir finansal engelle karşılaşıyor: Substack abonelikleri doğrudan Türk Lirası üzerinden fiyatlandırılamıyor. Ödemelerin döviz üzerinden yapılması ve uluslararası ödeme sistemi olan Stripe’ın getirdiği teknik uyum sorunları, hem okurlar için kur farkından dolayı maliyeti artırıyor hem de yazarların Türkiye içinden doğrudan kâr elde etmesini zorlaştırıyor.
Ancak tüm bu pratik engellere rağmen, platform içerik üreticileri için görünürlük ve takip kolaylığı açısından büyük bir değer taşıyor. Notes özelliği sayesinde yeni okurlar sizi kolayca keşfedebilirken, tüm bültenlerin tek bir çatı altında toplanması okurlar için düzenli bir takip imkanı sağlıyor. Yine de sosyal medyadaki çalkantılardan kaçan Türk yazarlar için Substack, şu an hem en güvenli hem de en özgür alan olarak öne çıkıyor.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Sosyal medyanın gürültüsünden sıkılıp bültenlere dönmek size mantıklı geliyor mu, yoksa ‘zaten okunacak çok şey var, bir platform daha istemem’ diyenlerden misiniz? Görüşlerinizi bekliyoruz.
Daha fazla kültür-sanat içeriği için bizi sosyal medya adreslerimizden takip edin!
Instagram'da @siyahdergicom,
Twitter'da @siyahdergi
ve TikTok'ta @siyahdergicom ♥
İçerikleri URL ile kaynak gösterip kısmen kullanabilirsiniz. Aksi halde telif haklarımız bulunmaktadır.












Yorum yaz