İncelemelerKitap incelemeleri

Simone de Beauvoir’un “Bir Genç Kızın Anıları” ve bir kadın filozofun kimlik arayışı

Paylaş
Paylaş
Kapak fotoğrafı: The Hien Bui

“Bu kitabı okuduktan sonra, birçok konuda fikir edindim. Sadece Simone de Beauvoir gibi önemli bir kadın filozofun hikayesini değil, aynı zamanda hayatta yolunu bulmaya çalışan bir genç bir kızın hikayesini okudum.”

“Kadın doğulmaz, kadın olunur!”

Zamanında devrim niteliğinde görülen, hâlâ da etkisini sürdüren bu cümlenin sahibi Simone de Beauvoir, 1900’ler Fransa’sının en öne çıkan filozof ve edebiyatçılarından biriydi. Beauvoir, burjuva bir ailede doğup, Sorbonne Üniversitesinde felsefe eğitimi aldı ve daha sonrasında ortaya bir sürü önemli eser çıkardı. En olay yaratan cümlelerinden biri de “İkinci Cinsiyet” adlı kitabındaki “Kadın doğulmaz, kadın olunur.” Cümlesidir çünkü bu kısa cümleyle kadın olmanın insanlık tarihinin yarattığı sosyal bir rol olduğunu özetlemiştir.

Geçen günlerde kütüphanede dolaşırken denk geldiğim, “Bir Genç Kızın Anıları” adlı eserinin göz ardı edilmiş değerli bir yapıt olduğunu kitabı okuduktan sonra fark ettim. Okurken birçok kısımda kendimden parçalar bulabildiğim gibi, gelecekte yapmak istediğim şeyleri nasıl seçebileceğim konusunda da bana yardımcı oldu. Benim gibi birçok genç kadının da bu kitapta kendinden yansımalar görebileceğine eminim.

Judith Leyster, Man Offering Money to a Young Woman, 1631

Dini eğitim, şehirler, kız kardeşi ve Zaza

Beauvoir, bu anı kitabında çocukluğunu ve gençliğini nasıl geçirdiğini; kimliğini, nelerin ve kimlerin şekillendirdiğini anlatıyor okuyucularına. Öncelikle çocukluk anılarıyla anlatmaya başlıyor her şeyi. Kitabın bu ilk bölümlerinde aldığı dini eğitime, yaşadıkları şehirlere, kız kardeşinin doğumuna, uzun yıllar boyu en yakın arkadaşı olacak Zaza’yla tanışmasına ve tanık olduğu 2.Dünya Savaşı’na kadar değiniyor. Daha sonraysa, zamanında hemcins yaşıtlarının büyük bir kısmının aldığı eğitimden uzaklaşıp felsefe okumaya karar verme sürecini, üniversite hayatını ve ilk aşkını anlatıyor bize.

Çocukluktan çıkıp gerçek hayata atılmaya başladıktan sonra gelecekte ne yapacağı hakkında kararsız olan Beauvoir’ın ne yapmak istemediğini bilmesi, işlerini biraz kolaylaştırmıştı çünkü ona biçilen rolden sıyrılmak ve kendi yolunu çizmek istiyordu.

“Kimseye boyun eğmedim! Ben kendimin efendisiydim ve hep de öyle kalacağım.”

Hayatının iplerini eline almaya karar verdiği gibi bunu edebiyatla başarabileceğini düşünüyordu. Her zaman bir şeyleri anlatmayı, betimlemeyi ve hikayeler uydurmayı seviyordu. Bu yüzden edebiyattan yolunu devam ettirebileceğinden, varoluşunu onunla daha da anlamlandırabileceğinden emindi. Sanırım şu cümleler Beauvoir’in kurduğu felsefeyi özetliyor: “Kendi nedenim ve kendi sonum olmak: edebiyatın bu dileğimi gerçekleştirmemi sağlayacağını düşünüyordum. Kaybettiğim sonsuzluğu telafi edecek bir ahlaksızlık sağlayacaktı bana; artık beni sevecek bir Tanrı yoktu ama ben milyonlarca yürekte yanacaktım. Hikâyemden beslenen bir eser yazarak kendimi yeniden yaratacak ve varlığımı haklı çıkaracaktım. Aynı zamanda insanlığa hizmet edecektim: kitaplardan daha iyi ne hediye verilebilirdi ki onlara?”

Öldürmeyen acı güçlendirir

Gençlik anılarında dolaşırken, onun hissettiği yalnızlığı, yaşadığı kimlik krizini ve kaybolduğu çaresizlik bulutlarından kurtulmaya çalışışına da tanık oluyoruz. Her ne kadar yolunu çizmek konusunda başarılı gözükse de belirsizlikler arasında bunaldığını, hayatın acımasızlığı karşısında yorulduğunu görüyoruz. Üniversite yıllarında ise hayatının aniden fazlasıyla değişmesi, yıllardır tanıdığı insanların farklı yollar alması ve üstüne yaşadığı ilk aşk acısı önce yıpratıyor Beauvoir’ı ama daha sonra çalışmalarında umut buluyor, kendini okuduğu bölüm olan felsefeye ve yazmak istediği kitaba adıyor. Aynı zamanda da öğretmenlik yaparak kendi parasını kazanıyordu hayatının bu yoğun döneminde. Bütün bunların içinde de çevresini, onu geliştiren, ufkunu açan insanlarla dolduruyordu. Kendini bulmaya başladığı bu dönemde hayatının daha aydınlık bir kısmına geçiş yapsa da bir zamanlar peşini bırakmayan üzüntü ve bıkkınlık, yine arada ziyaret ediyordu Beauvoir’ı.

James Tissot – Young Lady in a Boat

“Ben ne istiyorum? Ne yapabilirim? Hiç ve hiç. Kitabım? Gösteriş. Felsefe? Bıktım ondan. Aşk? Çok yoruldum. Yine de ben 20 yaşındayım, yaşamak istiyorum!”  

Üniversite deneyiminin onu şekillendirmesiyle, Beauvoir artık kendinden daha da emin daha da bilgili bir kadına dönüşmüştü. Kendi gibi ufku açık insanlarla bağlar kurduğu bir dönemde, ona “Castor” takma adını veren ve Sartre’la tanışmasına vesile olacak Maheu ile de nasıl tanıştığına da kısaca değinmiş. Hatta hayatında çok önemli bir yer edinecek olan Sartre’la ilk buluşmalarına kendisi yerine kardeşini gönderdiğine de yer ayırmıştır kitapta.

Kitabın sonlarına doğru Beauvoir, kendini bulmaya iyice yaklaşmış, çevresini genişletmiş ve hayatının yeni dönüm noktalarına hazır durumdadır artık. Güçlü betimlemeleri sayesinde onun bu değişiminin tıkırtılarını okurken hissedebiliyorsunuz. Fakat kitabın en son sayfalarında, çok ama çok sevdiği, yıllarını geçirdiği en yakın arkadaşı Zaza’nın ölümüyle nasıl sarsıldığını anlatmış.

“Bizi bekleyen çamurlu kadere karşı birlikte savaşmıştık ve onun ölümüyle özgürlüğümün bedelini ödediğimi düşünmüştüm.”

Bu kitabı okuduktan sonra, birçok konuda fikir edindim. Sadece Simone de Beauvoir gibi önemli bir kadın filozofun hikayesini değil, aynı zamanda hayatta yolunu bulmaya çalışan bir genç bir kızın hikayesini okudum. Yaşadıklarının, çevresinin, okuduklarının; onu o keskin cümleleri sarf edebilmesini, felsefe ve edebiyat tarihine adını yazdırmasını sağlamalarına şahit oldum. Kendim hakkında, geleceğim hakkında endişelenmekte yalnız olmadığımı bana tekrar hatırlattı. Her zaman parlayabileceğimiz, düşüncelerimizi istediğimiz gibi ifade edebileceğimiz alanı, dünyayı bulabileceğimize olan inancım arttı. Bu yüzden, Beauvoir’ın bu çalışması diğerlerine göre daha değersiz görülse de onu o yapan her şeyi içermesi, diğer genç kızlara da ilham olabilecek dolulukta olması benim gözümde bu eseri çok değerli kılıyor. Dünyanın başka bir ucunda, başka bir zamanda, başka bir kültürde yaşamış bu başarılı kadında kendimden parçalar görmek, onu anlayabilmek, bana bu yolculukta yalnız olmadığımı hissettirdi ve kim olduğumu keşfetmek, yazmaya devam etmek için de bana büyük bir ilham oldu.

 

Paylaş

Yorum yaz

Bir yanıt yazın

İlgili içerikler
Film incelemeleriİncelemeler

Seyirciler salonu terk etti! Coralie Fargeat’in ‘The Substance’ filmine kısa bir bakış

Yönetmenliğini ve yapımını Coralie Fargeat’in üstlendiği The Substance, bu alanda nadir bulunan...

Dizi incelemeleriİncelemeler

“Gibi” tadında, ama kendi yolunda: “Var Bunlar” üzerine inceleme

Var Bunlar, Giray Altınok’un yönetiminde orta halli insanların hayatına komik bir dille...

EdebiyatİncelemelerKitap incelemeleri

İnsanlar görme yetisini kaybederse ne olur? I Jose Saramago Körlük kitabı incelemesi/konusu

Alışılagelmiş kurgunun dışında bir insanlık sorununu farklı perspektiflerden yansıtan José Saramago tarafından...

Dizi incelemeleriİncelemeler

“Emily in Paris” dizisi yeni sezon incelemesi | Gerçekten söylendiği kadar iyi mi?

Herkesin bir konfor dizisi vardır. O diziyi sürekli olarak yeniden izlemek, istisnasız...