Aile İçi Eğitim ve Toplumsal Cinsiyet Arasındaki İlişki

 

Kadın ve erkek hem yaratılış itibariyle hem de içinde bulunduğu toplumsal çevrenin etkisiyle oluşan farklı özelliklere sahiptir. Bu özelliklerden yaratılış itibariyle oluşan, bireyin ve çevresinin değiştiremediği (cinsiyet değiştirme ameliyatları hariç) özelliklere biyolojik cinsiyet (sex), toplumun bu farklılıkları göz önünde bulundurarak bireylere yüklediği roller ve biçilen konuma da toplumsal cinsiyet(gender) denir. (Vatandaş, tarih). Bu ayrımlardan toplumsal cinsiyetin yarattığı farklılıklar günümüzde daha ağır basmakta ve birtakım sorunlar teşkil etmektedir. Bu derin ayrım sonucunda ortaya çıkan sorunların temel kaynağı ailedir. Çünkü küçük yaşlardaki çocukların cinsel kimliğe ilişkin anlayışları henüz gelişmemiştir. (Vatandaş,2011) Bu sebeple aile, çocuğun cinsiyet rollerinin gelişiminde çevresindeki ilk modellerdir. Aile, içinde bulunduğu kültürün beklentilerini ve gerekliliklerini göz önünde bulundurarak çocuğun cinsel kimliğini şekillendirir. Bu şekillenme cinsiyetler arası eşitsizliğin oluşmasına neden olur.

Aile içinde başlayan bu eşitsizlik ebeveynlerin çocuklarını yetiştirirken veya çocukların eylemlerindeki sınırları belirlerken cinsiyetlerine göre farklı tavır sergilemesiyle başlar. Bu tavrın sonucunda erkekler daha etken, bağımsız ve özerk karakterlere bürünürken, kızlar ise daha edilgen, bağımlı ve zayıf bir karaktere bürünürler. Ortaya çıkan bu farklılık bireyleri olumsuz etkilerken aynı zamanda toplumu da olumsuz etkiler. Çünkü toplumu oluşturan birey olduğu için, birey nasıl yetiştirilir ise toplum da ona göre şekillenir ve varlığını sürdürür. Özellikle Türkiye’de toplumun büyük bir çoğunluğunu kadınlar oluşturduğu için kadınların bağımlı ve ikinci plana atılarak yetiştirilmesinin hem ekonomik hem de toplumsal açıdan problemler oluşturduğunun farkına varılması oldukça büyük bir öneme sahiptir. Bu makalenin amacı ebeveynlerin çocukları yetiştirirken cinsiyetlerine göre sergilediği farklı tavırların yaratabileceği problemlere dikkat çekmek ve uzun vadede bu problemlerin toplum açısından ne denli sorunlar yaratabileceğini belirtmektir.

                                                                                                                                               

Aile

 

Toplumun en çekirdek yapı birimi olan aile, içinde bulunulan toplumun gelenek, görenek, örf ve adetlerini, değerlerini ve kültürünü yansıtan, bunun yanında kendini özgü bir düzen sahibi olmakla birlikte sosyal bir konum olarak tanımlanabilir. (T.C.MEB,2007) Toplumu oluşturan bireylerin yetiştirilmesi hususunda önemli bir role sahip olan aile, toplumun niteliğinin belirlenmesinde de belirleyici bir etkendir.

 

Aile Türleri ve Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Aktarımı

                       

                        Toplumlar kendi içerisinde özelleşerek birçok farklı aile türlerini oluşturur. Her bir aile türü bireyi kendi özelliklerine göre yetiştirir. Örneğin ataerkil bir ailede egemen olan erkektir. Kadınların bu ailede söz hakkı sınırlı olup aile içinde alınan kararlarda fikir belirtme konusunda edilgendirler. Erzeybek(2015)’in tezinde aktardığı gibi ailenin tüm yapılanması babanın perspektifi ve değer sistemi doğrultusunda şekillenir. Dolayısıyla bu aile yapısı erkeği etkin kadını edilgen kılar. Bu ailede yetişen erkek çocukları kız çocuklarına göre daha özgür, daha özgüvenli ve cesur olurken kız çocukları ise edilgen, sessiz ve çekingen olur.

Annenin egemenliğine dayanan anaerkil toplumlar günümüzde yok denecek kadar az görülmektedir. Oldukça sınırlayıcı ve baskıcı olan bu aile türü çocuğun gelişiminde olumsuz izler bırakır. Son aile türü olan eşitlikçi aile tipinde ise cinsiyetler arası denge vardır. Bu ailede yetişen çocuklar kız – erkek ayrımı olmadan sağlıklı bir biçimde gelişimini sürdürür. Görüldüğü üzere birey, yetiştirilme sürecinde içinde bulunduğu ailenin değerleri ve fikir yapısından doğrudan etkilenir.

  

Türkiye’deki Aile Yapıları

 

Türk toplumu için aile, geçmişten bu yana önemini koruyan bir kurum olmuştur. Türk milletinin bütünlüğünün korunmasında aile büyük bir rol oynamıştır. Aile yapısı ne zaman bozulsa devletler ya dağılmış ya da tamamen yok olmuştur.(Aksoy, 2011) Türk aile yapılarının bir çoğunda kadına büyük önem verilmesine rağmen egemen olan erkektir. Bu da bize Türkler’de ataerkil aile yapısının daha yaygın ve benimsenmiş olduğunu gösterir.

Ayrıca Türk toplumlarında akrabalık bağlarına oldukça önem verilmiştir. Buna paralel olarak gelişen akrabalık bağları bazı bölgelerde geniş ailelerin oluşmasını sağlamıştır. Bağların güçlü olduğu ailelerde doğan çocuklar ise Türk kültürünün geleneklerini ve değerlerini yaşatmaya ve gelecek nesillere aktarmayı sağlayan birer elçi olarak yetiştirilmiştir. Çünkü çocuk geniş ailede kültürü ve kültürün önemini daha iyi anlamakta ve bu değerlerin kalıcılığının ne denli önemli olduğunun farkına varmaktadır. Bu sayede  kendinden sonra gelecek olan nesle bu kültürü aktarabilmek için gayret gösterir.

 

Aile İçi Eğitim ve Türkiye’deki Yeri

 

İnsan kendi kendine öğrenebildiği gibi mutlaka kendini eğitecek başka insanlara da ihtiyaç duymaktadır. Bunlardan en önemlisi de ailedir. Çünkü aile, eğitimin başlangıcı yani temelidir. (Kapıcıoğlu,2017)      Ailede başlayan bu eğitimin yanı sıra çocuğun doğumundan itibaren gelişimini ve kazanacağı kişiliği de belirleyen en önemli faktör ailedir. Çocukların hayatlarının büyük bir bölümünü aile içinde geçirdiklerini düşünürsek ailenin tüm değer sistemlerini ve oluşumlarını öğrenerek ve öğretilerek büyüyeceğini söyleyebiliriz. Bu nedenle toplumun en küçük birimi olan aile, hem birey için hem toplum için önemli bir yere sahiptir. Kimi aileler çocuğun eğitimi ve gelişimi için büyük çaba harcarken kimi aileler de bunu ihmal etmekte ve zaman ayırmamaktadırlar. Bunun sonucunda ise sorumsuz, bencil, suça eğimli ve tembel çocuklar yetişir fakat aile içi eğitim doğru verildiği takdirde sağlıklı bireyler yetiştirmek de mümkün olacaktır. Yani özetlemek gerekirse çocuklar yetiştiği aileyi temsil eden bir model olarak dünyayı algılamaya başlar. Zamanla okulda aldığı eğitim doğrultusunda düşünce perspektifi değişse bile birçok davranışının temelinde ailede aldığı eğitim yatmaktadır.

Türkiye’de okul öncesi eğitim gören çocukların oranı düşük olduğundan genellikle çocuğun ilk eğitim aldığı yer ailesi olmuştur. Bu oranın düşük olmasının başlıca sebebi ailenin çocuğu kendisinin eğitebileceğini düşünmesidir. Böylelikle aile kendi fikirleri doğrultusunda geleneksel bir biçimde çocuklarına eğitim vermektedir.

 

Toplumsal Cinsiyet ve Rollerin Algılanışı

           

            Her birey biyolojik olarak bir cinsiyete sahip olarak doğar. Bu cinsiyeti insanın değiştiremediği özelliklerdir (tıp biliminin gelişimine bağlı olarak gerçekleşen istisna durumları hariç). Cinsiyetimizin toplumsal boyutunu ele alırsak bu değiştiremediğimiz bir özellik değil içinde bulunduğumuz kültür tarafından zamanla biçimlendirilen özelliklerdir. Doğumdan itibaren itibaren başlayan cinsiyetin toplumsal boyutu, yaşam boyu değişerek devam eden bir olgudur. Örneğin doğacak çocuk için giysi ve eşya hazırlayan ebeveynler, çocuğun cinsiyetine  göre bunların şeklini ve rengini belirlerler. Böylelikle çocuktan yaşamı boyunca beklenilen davranışların, tutumların ve rollerinin belirlenmesindeki ilk adım atılmış olur.(Vatandaş,2011) Sonraki adımlar ise çok geçmeden sürekli bir şekilde devam eder. Buna sürekliliği kazandıran temel şey kültürün varlığı ve gücüdür. Kültürün sahip olduğu güç sebebiyle bireyler toplumdan dışlanmamak için toplumun onlara biçtiği rollere bürünmek zorunda kalmaktadırlar. Toplumun bireylere mecbur kıldığı bu cinsiyetçi roller, toplumsal cinsiyettir.

Toplumsal cinsiyetin her iki cinsiyetten göstermesini beklediği özellikler ve tutumlar birbirinden farklıdır. Bu farklı özellikler ve tutumlar her ne kadar cinsiyete göre şekillense de diğer toplumsal kategorileri de içererek hiyerarşik olarak şekillenir ve düzenlenir (Kılıç,2013). Oluşan bu cinsiyet yargıları okulda verilen eğitimlerle pekiştirilir. Örneğin ders kitaplarında kadının görevi ev içi düzeni sağlamakken erkek karaları alan ve evin ihtiyaçlarını karşılayan ve meslek sahibi olan kişidir. Dolayısıyla çocuklar küçük yaştan itibaren aileleri vasıtasıyla temellendirdiği bu yargıları okulda verilen müfredatla daha da biçimlendirir. Toplumsal cinsiyet yargılarının empoze edildiği başka bir araç da medyadır. Medyanın muhataplarına sunduğu içerikler, genellikle sözünü ettiğimiz cinsiyet yargılarıyla ilişkilidir. Özellikle içinde bulunduğumuzun çağın teknoloji çağı olduğunu göz önünde bulundurursak cinsiyetçi rollerin çocuklara empoze edilmesi kolaylaşmıştır.

 

 

 Türkiye’deki Toplumsal Cinsiyet Yargıları ve Bireylere Yüklenen Cinsiyet Rolleri

 

Türkiye’de toplumsal cinsiyet yargılarının kökeni oldukça eskiye dayanmakta olup sözlü ve yazılı anlatımlarda geçmişten günümüze kadar olan süreçte daima kendine yer bulmuştur. Bunun sebebi ise Türk kültürünün varlığını geçmişten beri sürdürmesidir. Çünkü geçmişte temeli oluşturulan bu kültür zaman içerisinde süreklilik kazanıp bu kültürü zaman içerisinde değiştirmek pek kolay olmamıştır.  Temel oluşturulurken kadın ve erkeğin rolleri keskin bir biçimde belirlenmiş ve bireylerin eylemlerindeki sınırlar net bir şekilde çizilmiştir. Belirlenen bu rollerde egemen olan ve örnek alınması gereken insan tipi erkek olmuştur. Bunların sebeplerini ele alırsak en başta erkeklerin, soyun devamını sağlayacak kişi olarak görülmesi etkili olmuştur. Bir başka sebebi ise eski çağlarda göçebe olarak yaşayan Türk toplumlarının sürekli savaş tehlikesi ile karşı karşıya olmasını ve bu sebeple de ebeveynlerin erkek çocuklarının biyolojik gücünden faydalanarak onları birer asker olarak yetiştirmek istemesidir. Çünkü varlıklarının yegane koşulu hayatta kalmalarıdır bu yüzden onları koruyacak olanlar da onlar için en önemli konuma sahiptir. Bu sebepledir ki erkeklere babalarını model almalarını ve her konuda ailesini koruması ve liderlik yapması gerektiği öğretilmiştir. Ayrıca hem kadın hem de erkek için kullanılan ve üstün insan modelini temsil eden “adam” kelimesi de erkeklerin toplumdaki konumunu belirtmede örnek olarak gösterilebilir. Erzeybek’in de aktardığı üzere sosyal normların oluşmasında da toplumsal cinsiyet rollerinin etkin olduğunu “Saçı uzun aklı kısa”, “Elinin hamuruyla erkek işine karışma” gibi deyişlerin de kadın ve erkekten beklenen davranışların görünümünü ve erkeksi özelliklerin toplumumuzda daha beğenilir ve istenilir özellikler olduğu vurgulanmaktadır (Cüceloğlu, 2005).

Kadınlara yüklenen rollerde ise ailenin düzeninin sağlaması ve ev içi gereksinimlerinin giderilmesi gibi görevler yüklenmiştir. “ Yuvayı dişi kuş yapar“ atasözü ile kız çocuğundan beklenilen görevlerin büyük bir kısmını evlenme-yuva kurma olduğu belirtilmektedir. (Özkan ve Gündoğdu, 2011). Günümüzde hala etkisini sürdüren bu bakış açısı sebebiyle kadın çoğu alanda erkeğin gerisinde kalmıştır. Bu geri kalınmışlık Zeyneloğlu (2008)’un belirttiği gibi daha fazla hakların kullanımı, kaynaklara ulaşım, çalışma yaşamı, sağlık hizmetlerine erişim, sosyal ve siyasal yaşamdan eşitsizlikler gibi alanlarda görülmektedir (akt. Erzeybek,2015). Örneğin istihdam oranlarını ele alırsak kadın istihdam oranının erkek istihdam oranının yarısından bile az olduğu görülmektedir. Bu oran erkeklerde %65, kadınlarda ise %27,5 dir (TÜİK,2015). Dolayısıyla kadının bu konumu ,ekonomi dahil birçok alanda toplumun gelişmesinin önünde bir engeldir.

 

Toplumsal Cinsiyet ve Aile İçi Eğitim Arasındaki İlişki

           

Giddens’a (2008) göre cinsiyetin toplumsallaşması süreci doğumla başlar. Bebeklerin sahip oldukları cinsiyeti öğrenmesi bir bakıma farkında olmadan gerçekleşir. Çocuklar kendilerini cinsiyetleri odağında adlandırmadan önce sosyal çevrelerinden sözel olmayan çeşitli işaretler alır. (akt. Erzeybek,2015). Dile getirilen bu sosyal çevrelerin en başında aile gelmektedir. Çünkü çocuk zamanının önemli bir kısmını aile ile birlikte geçirir. Dolayısıyla çocuğun kişiliğinin ve davranışlarının şekillenmesinde birincil model ailesidir. Ailesi ile geçirdiği zaman diliminde ebeveynlerin çocuklarına yönelik sergilediği tutumlar çocuğun yaşına bağlı olarak değişmektedir. Örneğin çocukluk döneminde kız çocuklarına mutfak eşyaları gibi oyuncaklarla, erkek çocuklarına ise alet çantası, kamyon, silah gibi oyuncuklarla oynatılması aslında ailelerin çocuklarından beklentilerini açıkca göstermektedir. Çocuklar bu beklentileri genellikle zaman içerisinde benimsemeye başlarlar. Bunun da önemli göstergelerinden biri evcilik oyunlarında büründükleri rollerdir. Genellikle kızlar anne rolüne bürünüp evinde çocuklarına bakan yemeğini yapıp evi çekip çeviren kişi olurken erkekler ise dışarıda çalışıp para kazanıp eve geldiğinde ise baskın olan kişileri canlandırırlar.

Aile içinde verilen eğitim ve toplumsal cinsiyet yargıları birbirleriyle etkileşim halindedir. İlk olarak toplumsal cinsiyet aile içi eğitimi etkiler. Her ebeveynin bir kültürün içinde doğduğunu düşünecek olursak, ebeveynlerin karakterinin ve fikirlerinin oluşumunda içinde bulundukları toplumun etkisi azımsanmayacak düzeydedir. Buna bağlı olarak Becker(1991)’in belirttiği gibi çocukların karakter oluşumu evresinde anne ve babasını taklit ettiğini(akt.Özaydınlık,2014) göz önünde bulundurursak küçük yaştan itibaren bireylerin bu toplumsal yargıları benimsemeye başladığı söylenilebilir.Bu yargıların etkisinde kalan ebeveynler erkek ve kız çocuklarını aynı ölçüde yetiştirmezken çocuklarından farklı şeyler beklerler. Genellikle kız çocuklarından ev içi işlerinde becerikli olması, ailesine itaat etmesi ve başına buyruk davranmaması beklenir. Ayrıca her davranışı ile ailenin gözetimi altındadırlar. Erkek çocuklar ise daha doğdukları andan itibaren sırf erkek olarak doğdukları için kız çocuklarına oranla daha avantajlıdırlar. Bu avantaj ise yetiştirme tarzlarına yansır. Ebevynlerin büyük bir çoğunluğu erkek çocuklarının hayatlarını yaşayarak öğrenmesi gerektiğini düşünür ve buna uygun hareket ederler. Bu öğrenme sürecinde hata yapılsa bile kendilerinin çocuklarının yanında olduklarını daima onlara hissetirirler. Kız çocuklarına nazaran daha özgür olduğu ve kendi kararlarını kendi verebildiği bir ortama sahiptirler. Erkek çocuklarına olması gerektiğinden daha fazla sağlanan bu özgürlük onların ileride özgürlük sınırlarını bilmeyen, karşı cinse zarar veren ve sonuçlarını düşünmeden canının istediği her şeyi yapan mantığı körelmiş birer insan olmasına neden olabilir. Aynı şekilde kız çocuklarına uygulanan bu baskı da onların ileride daha çekingen olmasına, özgüven kaybına ve yaratıcılıklarının kısıtlanmasına neden olabilir.

Toplumsal cinsiyet aile içi eğitimi etkilediği gibi aynı zamanda ondan da etkilenmektedir. Çünkü toplumdaki bu yargıların sürdürülmesi veya değiştirilmesi konusunda nasıl bir tavır sergileneceği, aile içinde alınan eğitimin niteliğine bağlıdır. Her aile özelleşmiş bir kültür ve dünya görüşüne sahip olduğundan çocuğa verilen aile içi eğitim de farklı olacaktır. Verilen bu eğitim, toplumsal cinsiyet yargılarını oluştururken aynı zamanda bunu farklı bağlamlarda ve farklı yollarla gerçekleştirir. Yani toplumsal cinsiyet ortaya çıkar fakat aynı zamanda etkisi ve türü ailelere göre yani aile içi eğitime göre değişir. Bu ilişki aile yapıları ve toplum tarafından dayatılan bu cinsiyet yargıları var oldukça devam edecektir.

 

            Ebeveynlerin erkek ve kız çocuklarını yetiştirirken sergilediği tavır birbirinden farklıdır. Bireylerin hayatlarının ilk dönemlerinde karşılaştıkları bu farklılık onları yaşamları boyunca etkilemektedir. Özellikle erkek egemenliğine dayalı bir aile yapısına sahip olan Türkiye’de cinsiyete dayalı farklı tutumlar azımsanmayacak düzeyde olup  birçok olumsuz sonucu da beraberinde getirmektedir. Örneğin ülkemizde hala birçok yerde kızların eğitimi yarıda kalmakta ve erken evlendirilmektedirler. Bu da toplumun birçok alanında cinsiyet eşitsizliğine yol açıcak ve meslekler dahil çoğu sosyal alan,cinsiyete göre özelleşerek yeni bir kimlik kazanacaktır.Şuan da bazı mesleklerde görüldüğü üzere örneğin mühendisligin erkek,bakcılığın genelde kadın mesleği olarak kabul görmesi gibi cinsiyete gore özelleşmiş meslek grupları bu toplumsal cinsiyet yargıları devam ettigi surece daha da yaygınlaşacak ve meslek gruplarıyla kalmayacak bircok sosyal ve özel alanda yayılacaktır. Ayrıca kadının hem okur yazar oranında hem de istihdam oranlarında erkeğin bir hayli gerisinde kalması da bu savı destekler niteliktedir. Makalemiz bu toplumsal cinsiyet eşitsizliğini kadin ve erkeği ele alarak,bunun yansımalarını daha da özele indirerek aile içini de ele almistir.Aynı zamanda bu ilişkiyi iki bağlamda da inceleyerek yalnız birinin birini etkilemediğini ikisinin de birbirini etkiledigini ve oluşumlarına destek verdiklerini açıkladık.

 

KAYNAKÇA

 

Vatandaş,C. (2011). Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rollerinin algılanışı. İstanbul Üniversitesi Yayınları

Özaydınlık,K. (2014). Toplumsal cinsiyet temelinde Türkiye’de kadın ve eğitim. Sosyal Politikalar Çalışma Dergisi, s:33, ss:93 -112

Özkan,B ve Gündoğdu,A. (2011). Toplumsal cinsiyet bağlamında atasözleri ve deyimler.

Kılıç,Z. (2013). Ebeveynlerin toplumsal cinsiyet  algısı ve çocuk yetiştirmeye etkileri. İstanbul Bilgi Üniversitesi

Ersoy,E. (2009). Cinsiyet kültür içerisinde kadın ve erkek kimliği. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. C:19, s:2, ss : 209-230

Erzeybek,B. (2015). Anne–babaların çocuklarını yetiştirirken benimsedikleri toplumsal cinsiyet rolleri tutumları. Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara

Aksoy,İ. (2011). Türklerde aile ve çocuk eğitimi. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. C:4, s:16

(Türkiye İstatistik Kurumu[TÜİK]. (2016). İstatistiklerle Kadın, ErişimTarihi:07/03/2017,(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=2464)

Kapıcıoğlu,B. (2017).Eğitimin ve Eğitimde Ailenin Önemi, Erişim Tarihi : 16/03/2017,(https://www.mentalup.net/blog/egitimin-ve-egitimde-ailenin-onemi)

 

ZEYNEP KOMİ – BARBAROS OSMANŞAHİN

 

Zeynep Komi
Zeynep Komi
Articles: 1

Leave a Reply