Albert Camus’un Yabancı’sı ve Türk Edebiyatına Etkisi – Semih ERTÜRK

Yabancı farklı okuma biçimleriyle yorumlanabilecek kült bir eser. Hikâyenin hem tarihsel/toplumsal hem de psikolojik şartların bir işlevi olduğunu anlatması bakımından unutulmayacak bir modern klasik olarak edebiyat tarihindeki yerini almıştır.

1942 yılında yayımlanmış olan bu romanın yazarı Camus Cezayirli bir Fransız’dır. Cezayir 1830’da Fransa tarafından işgal edilmiş ve zaman içinde Fransa’nın bir parçası haline gelmiş, 1962 yılına kadar da bu böyle devam etmiştir. Ancak romanın siyasal ya da sosyal olgularla doğrudan bir ilgisi yoktur. Özellikle mahkeme bölümü daha sonra kimi yazarlarca kolonyalist bir söylemi yeniden ürettiği gerekçesiyle eleştirilmiştir.

Gerçekte o dönem böyle bir mahkemenin olamayacağını söyleyen eleştirmenlere göre bıçakla bir beyazı yaralamış bir Zenci’yi öldürdü diye asla Fransız Cezayir’indeki mahkeme bir beyazı bu şekilde yargılamaz, hatta ölüme mahkûm etmez. Yazarın niyeti ne olursa olsun bu şekilde yazılmış olması, yani sanki orada hiç ırk ayrımı yapılmıyormuş gibi yansıtılması Fransız sömürgecisinin yaklaşımını yüceltmekten başka bir şey değildir.

Gerçekten de Camus’un “Akdeniz kültürü” tanımı Arap/Müslüman unsurları görmezden gelen ve Avrupa kültürünü merkeze alan bir yaklaşım içerir. Kaldı ki Camus, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesine hep mesafeli kalmıştır; bu konudaki pasifliğini savunmak için “Annem halen orada yaşıyor, onun için endişeleniyorum” demesi de romanla ilginç bir kesişim yapmaktadır.

Albert Camus’un en tanınmış, pek çok farklı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş kitabı olan ve hâlâ en çok satan kitaplar arasında yer alan Yabancı, aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtıdır. Ölümün egemen olduğu bir varlığın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi Meursault, bir simge kahraman değildir, adı olmayan bir “Yabancı”dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür.

Camus’un Yabancı’sı birçoklarına göre varoluşçuluğun edebiyattaki en önemli örneklerinden biridir. İnsanın dünya üzerindeki varoluşunun gerçekte özel bir anlamı olmadığını ve bu durumun da başlı başına bir saçmalık (absurdity) olduğunu ifade eden bir roman olduğu söylenir. Kahramanımız Meursault, adı olmayan bir Yabancı.

Camus’un saçma kavramını, edebiyatımıza taşıyarak çok iyi örneklendirdiğini düşündüğüm bir roman var: Anayurt Oteli. Gerçi bu romanda kahraman trajikleşir. Hayatının sıradanlığını ve dünyanın kendi varlığına aldırış etmediğini fark ettikten sonra beklentilerden vazgeçer. Yazgısını sahiplenmek yerine yaşamına son verir. Buna rağmen Atılgan’ın romanı, modern bireyin varoluşsal çıkmazını absürt kavramı merkezinde ileten metinler içinde öne çıkar. Sevgisiz ve yalnızlığı neredeyse iliklerine kadar yaşayan bir adamın (Zebercet’in) hikâyesidir bu eser.

Olumsuz yaşam içinde tükenen bir bireydir Zebercet. Edebiyatımızda eşi zor görünmez bir roman karakteridir. O artık işlettiği otelle aynı yazgıyı paylaşmış bir roman kişisidir. Toplumun istenmeyen ve dışlanan bireyidir o. Ana rahminden bile dışlanmıştır ve yedi aylıkken dünyaya gelmiştir. Bu olayı geriye dönük anılarında anlatır. Hayatındaki diğer olumsuzluğu da ailesindeki ölümlerdir. Onun yaşamında ve anılarında yaşayanlardan çok ölülerin etkisi hâkimdir. Akrabalarını sırayla kaybeder ve küçük yaşta son olarak annesini yitirir. Zebercet sevginin kaynağı anneyi yitirince bu dünyada “yapayalnız” kalmıştır. Zebercet yalnızlığı, iletişimsizliği, kendi psikolojik nedenlerinden ötürü daha uç noktalarda yaşar, ama sorunu genel insanlık sorunudur. Ayrıca romanın topluma dönük bir yanının olduğunu da unutmamalıyız.

Atılgan haksız düzenden, sömürüden, ezilenlerden söz etmese de Anayurt Oteli bir tür başkaldırı romanıdır, çünkü dolaylı biçimde sergilediği toplum, anlayışsızlığın, acımasızlığın, şiddetin ve ahlaksızlığın yaygın olduğu yozlaşmış bir toplumdur. Ana karakter C.’nin belleğindeki düşünceleri, mantıksal bir bağ kurmadan, bilinç yansımasıyla ifade eder.

Modern romanın öncüsü olan Marcel Proust’un etkisinde kalan Atılgan, eserlerinde yalnızlık, yabancılaşma ve dışlanmışlık gibi konuları işler. Yusuf Atılgan, C.nin yaşadığı yalnızlığı, sokakları ayrıntısıyla verir. Sokağa her çıktığında C., topluma ne kadar yabancı olduğunu gösteren bir bilinç akışı yaşar.

Aylak Adam’daki C. nin, babasından nefret edip, onu reddetmesi gibi, hapishane papazı tarafından ziyaret edilen Meursault da Tanrı’yı reddeder. Meursault ve C., hayatı derinlemesine düşünmeyen ana karakterlerdir, fakat romanın sonunda Meursault, mahkemenin ölüm kararını kayıtsız bir şekilde beklerken, C., hayatı boyunca beklediği kişi olduğunu düşündüğü mavi yağmurluklu kızın otobüse binip gitmesiyle, artık kimseye bir şeyden söz etmemeye karar verir, çünkü onu asla anlamayacaklarını düşünür.

C.’nin aylaklığı, Meursault’nun topluma yabancılığı, aslında birer simge değerdir. Yaşadıkları hayat içinde, tutunmaya değer hiçbir şey bulamadıkları için, kalabalık içinde yalnızlık yaşamaları, birer başkaldırı niteliğindedir. Ne Meursault ne de C., toplumdan kopuk bireyler değildir. Onlar, toplumdaki değerlerin sahteliğini, insanların ikiyüzlülüğünü ve gülünçlüğünü gören bireylerdir. Toplumun mevcut durumundan hoşnutsuz oldukları için, kalabalık içinde, kendi yalnızlıklarını yaşarlar.

Yabancı romanından söz edildiğinde akla gelen bir diğer husus son derece basit ama etkili olan konusudur. Hikâye annenin ölümü ile başlar. Romanın başkişisi Meursault’un bu haberi almadan önce nasıl bir insan olduğunu bilmeyiz; sadece ölüm haberi ile yeterince sarsılmadığını fark ederiz. Herkesin dikkatini çekecek denli tepkisizdir. Ne gözyaşı döker ne de üzüntüsünü belli edecek sözler eder. Verilen sütlü kahveyi içer. Sigara tüttürür. Hatta, annesinin son yıllarında herkesin ‘nişanlısı’ diye takıldığı onu çok seven yaşlı bir adam o sıcakta cenazenin peşinden yürüyerek mezarlığa kadar giderken Meursault en ufak bir üzüntü duymaksızın izler olup bitenleri. İçinden hep aynı şeyi tekrarlamaktadır: “Bu benim suçum değil.”

Camus’un Yabancı‘sındaki temel mesele kişinin dünya/toplum karşısındaki varoluşu değil anneye duyulan karmaşık duyguların çözümlenememesidir.

Meursault annesinin ölümünü haber aldığı an bir suçluluk duygusuna kapılır. Sürekli bu duyguyla mücadele eder. Kayıtsızlığının ardında suçluluktan kurtulma mücadelesi vardır. Başkalarının da onu suçlayacağı endişesi tam tersi davranışlara sürükler onu. Annesini toprağa verir vermez sevgilisi ile denize gidip hiç bir şey olmamış gibi eğlenmesi gerçekten de bu ölümü yok sayma çabası olarak okunabilir.

“Başkasının Tanrısından bana neydi? Başkalarının seçtiği beğendiği hayattan, yazgıdan bana neydi?” cümleleriyle Meursault, toplumun kültürel değerlerine de yabancı kaldığını belli eder.

“Bazı insanların sadece normal olmak için ne kadar çaba sarf ettiğini kimse fark etmiyor” Bu cümle, Yabancı romanının açılış cümlesi değil, ama bizim analizimizin de temel noktasıdır.

Sonuç olarak hem Meursault’nun hem de Bay C.’nin zihinsel süreçleri hızlı bir akış halindedir. C.’nin zihni, İstanbul sokaklarında dolaşırken sürekli meşguldür. Annesinin kendisi küçükken ölmesi, ahlaki değerlerden yoksun bir babasının olması, bilincini sürekli rahatsız eder.

Yusuf Atılgan, Aylak Adam romanında, bilinç akışı pasajlarıyla C.’nin psikolojik durumunu, bilinçaltındaki gerçekleri ve bilinçlilik hallerini başarıyla yansıtır. Bilinç akışı tekniği, okuyucuya, Meursault ve C.’nin iç dünyasını bütün karmaşıklığıyla ve sıralama yapmadan aktarır. Bu teknik ile, ana karakterlerin düşünsel içerikli her bir cümlesi, başlı başına bir bütünlüğe sahip olur. Birbiriyle ilgisiz görülen düşünceler, her bir cümlede anlamsal sıçramalar yaparak sıralanır. Anlık izleklerden oluşan cümleler, ana karakterlerin hayatı nasıl algıladıklarını daha açık belirtir.

Albert Camus ve Yusuf Atılgan, bilinç akışı yöntemiyle, ana karakterlerini bütün karmaşıklığıyla ortaya koyarak, bir bakış açısı romanı yaratırlar. Farklı bakış açılarına olanak sağlayan bu romanlar, her defasında yeniden okunacak ve ana karakterleri anlama çabası gerektirecek eserlerdir.

Yabancı, Albert Camus’un kendi içinde yarattığı bir hesaplaşma kürsüsüdür. Roman boyunca kendi yanlışları ve depresyonuyla hesaplaşır Camus ve bir sonuca varır. Bildiğiniz malum sonuca. Size romandan daha fazla bahsetmeyeceğim, merakınız varsa alıp okursunuz.

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply