Hz. İsa’yı Tanımak İçin Zaman Makinesi Eşliğinde Bilimkurgu Sosuna Batırılmış Teolojik Bir Roman: İşte İnsan
“Din korkunun yaratımıydı. Bilgi korkuyu yok eder. Korku olmadan din hayatta kalamaz.” (Sayfa 73)
1939 yılında doğan İngiliz yazar Moorcock, fantastik ve bilimkurgu türünde birçok öykü ve roman yazmış, İşte İnsan ile de Nebula Ödülü’nün sahibi olmuş. Aslında kitabın konusunu uzun uzun anlatmama gerek yok çünkü yukarıda yazdığım kelimeler âdeta kitabın özeti.
Kafası sorularla dolu, problemli bir genç olan Karl Glogauer, İsa Peygamber’in son aylarına tanıklık etmek için zaman makinesiyle 1970 yılından M.S. 29 yılına yolculuk eder.
Kutsal Topraklar’da Vaftizci Yahya ile karşılaşan Glogauer, bu mucizelerle dolu bölgede Nasıra’ya ulaşmak ve İsa’yı bulmak için yola çıkar. En çok merak ettiği konulardan biri ise İsa düşüncesinin kökeni, İsa’nın öldüğü dönemdeki dünyanın nasıl bir yer olduğu ve insanların İsa hakkında neler düşündükleridir. İsa’yı bulduğunda ise hikâye oldukça çetrefilli bir hal alır zira bu tarihi figür, Nasıra’da bir marangoz dükkanının gölgelerinde saklanan ve değil peygamber olmak, hayatta kalmak için bile başkalarına ihtiyaç duyan bir insandır. İsa altını ıslatan, ağzında salyalarla gezen, Notre Dame Kamburu gibi bir tipe sahip zihinsel özürlü bir karakterdir. İnsanlık tarihinin olması gerektiği gibi yaşanmasını sağlamak için harekete geçen Glogauer, yolculuğunun sonuna yaklaşırken, sorularına da cevap bulacaktır.
Gerçek Hıristiyanlık tarihinde M.S. 29 Roma’sında, Yahudilerin binlerce yıl beklediği kurtarıcı ve Mesih olduğunu iddia eden bir adam vardı. Bu adamın adı İsa’ydı. Müritlerini toplamıştı fakat yine de sayıları oldukça azdı. Roma askerleri İsa’yı ‘’halkı isyana teşvik etmek’’ suçuyla itham ettiler ve ona olabildiği kadar işkence ettiler. Dikenli taç giydirip ellerini bağladılar. Akabinde ressamlara, kitaplara, ilahilere konu olacak o meşhur sahne gerçekleşir. Pontius kendisine intikam dolu gözlerle bakan Kudüs halkına, hemen yanı başında kanlar içinde ayakta duran İsa’yı göstererek ‘’İşte İnsan’’a karşılık gelen ‘’Ecce Homo!’’ kelimelerini haykırır. ‘’İşte İnsan!’’ der, ‘’İşte ölmesini dilediğiniz adam bu!’’ diyerek hem halkın ayaklanmasını bastırır hem de İsa’nın suçsuz olduğuna inandığını belli etmiş olur. Pontius her ne kadar istemese de Mesih ellerinden çivilenerek çarmıha gerilir. Tabii bu Hıristiyanlık inancında bu şekilde geçmekte bunu da belirtelim. İslamiyet’te İsa’nın durumu biraz daha farklı. Müslümanlıkta Hz. İsa çarmıha falan gerilmemiştir. Ancak konumuz Hıristiyanlık olduğu için bu kısma girmiyorum. Kitapta Hıristiyanlığın, eski bir mit ve felsefe birikiminin yeni bir isminden ibaret olduğu incelenmiş. Aynı zamanda İncillerin tek yaptığının güneş mitini yeniden anlatmak olduğu ve mucizelerin asla gerçekleşmediği sonradan uydurulduğu, Hıristiyanlık düşüncesinin İsa’dan yıllar önce ortaya çıktığı ele alınmış. Batı felsefesini içinde barındırdığı için Hıristiyanlığın Doğu’ya yayılamadığı ortaya konulmuş.
Burada söylemeliyim ki kitap bilimkurgu olarak sınıflandırılsa da bence bilimkurgudan daha çok bir din veya tarih romanı gibi.
Çünkü kitapta yalnızca bir bilimkurgu ögesi var, o da zaman makinesi. Olaylar aralıksız yazılmış ve bir andan diğerine geçerken arada herhangi bir işaretin olmayışı kafamı karıştırdı. Bu da esere postmodern havası katmış. Yazarımızın konu geçişlerinde o bölümdeki konuya ait İncil’den kesitler paylaşması da tüm olayları bir bütün haline getirmiş. Karl’ın kendi yaşadığı dönem ile M.S. 29 arasında sık sık geçişler yapılarak Karl’ın iç dünyası da okuyucunun önüne sunuluyor.
Kitabın kurgusu, Jungcu psikolojiden fazlasıyla besleniyor. Kolektif bilinçdışı, persona, arketipler gibi Jung’un birçok kavramı kurguya nefis bir şekilde yedirilmiş. Ana karakter Jungcu olduğundan, Jung’un görüşlerine de kurguda yer verilmiş. Tartışılan birçok konu var, bunlardan bazıları: dogmatik olarak inandığımız dinlerin kökeni, insan psikolojisi, insanların korkularından dolayı oluşan boşlukları bir şeylere ‘’inanarak’’ doldurmak zorunda hissetmesi, zaman kavramı, kimlik krizleri, Mesih kompleksi gibi. En önemlisi ise mit ve din ilişkisi. Jung’un arketiplerinden yola çıkarak İsa Mesih’in kolektif bir ihtiyaç sonucu ortaya çıkıp çıkmamasıdır.
Kitap sadece yolculuk ve anılardan ibaret değil elbette. Eserde farklı farklı din ve bilim insanlarına göndermeler de mevcut. Ayrıca kitapta sadece Karl’ın dine bakışı ve dinle alakalı sorunlarını okumuyoruz. Aynı zamanda onun üzerinden kendi hayatımıza dair oldukça vurucu cümleleri okuma şansımız da oluyor. İncil’den alınan olaylar ve bunların kurguya dönüştürülüşü basit olsa da bu kitap, konuyu bilmeden okunduğu takdirde birçok noktanın kaçırılacağı ve sonunda okurun kitaptan sıkılabileceği kanaatindeyim. Kitap karakter açısından da zengin bir kitap değil. Kitabın kilit rollere sahip, az sayıda karakteri var ve bu karakterler, ana karakter için belirli bir role hizmet ediyor.
Mistisizm ve determinizmle çerçevelenen bir kitap ve bence, bir bilim kurgu kesinlikle değil. Din felsefesiyle ilgilenenlere İşte İnsan’ı tavsiye ederim. Dili sade ve anlaşılır. Bir günde bitebilecek bir kitap. Jungcu psikoloji temel alınarak yazılmış en cüretkâr zaman yolculuğu romanlarından biri…
Yorum yaz