“Her ne olursa olsun hayal kurmaktan vazgeçmeden yaşama devam etmeli insan…”
Netflix milyonlarca takipçisi olan Black Mirror dizisinin yeni sezonunu nihayet yayınladı. Bilim-kurgu temasında her sezon en iyi içerikleri çıkarmayı başaran Black Mirror, 6. Sezonuyla izleyenleri adeta büyüledi. Charlie Brooker’ın senaristliğini üstlendiği dizi her bölümüyle izleyenlere kelimenin tam anlamıyla “Vay be!” çektiriyor. 15 Haziran yani dün yayınlanan 6. Sezon her zaman olduğu gibi beni yine ekrana kilitledi. İzleyeceğim hiçbir bölümden pişmanlık duymayacağımı bildiğimden 6. Sezonda bölüm seçmeden direk Oynat’a bastım.
Black Mirror 6. Sezon 1. Bölüm: Joan Is Awful
Bu yazıda Black Mirror’ın genel yorumundan ziyade ilk bölümü olan ‘Joan Is Awful’ yani Türkçe çevirisiyle ‘Joan İğrenç Biri’ bölümünü ele alacağım.
Joan, gayet sıradan bir hayata sahip bir kadın. Sabah işe gidip, akşam nişanlısıyla sıradan vakit geçiren ‘sıradan’ biri. Çalıştığı yerin insan kaynakları departmanına bakıyor. İşler Joan’ın bir akşam eve gelip nişanlısıyla dizi izlemek istemesi üzerine başlıyor. Streamberry yani Netflix’i açan Joan, çeşitli diziler arasında geçiş yaparken ‘Joan Is Awful’ isimli diziye rastlıyor. Diziyi gördükten panik atak geçiren Joan, gördükleri karşısında ne tepki vereceğini dahi bilemiyor. Çünkü dizi ana karakteri olan Salma Hayek dizide kendisini yani Joan’ı canlandırıyor. Tıpkı Joan gibi giyinen Hayek, Joan’ın yaşadığı her şeyi o gün içinde ekranda izleyiciye gösteriyor.
Tüm bunların Joan’ın hayatından kesitler olması Joan’ı korkuturken beni de korkutmadı değil. Zira Streamberry yani Netflix, Joan’ın hayatını çok daha kötü bir biçimde izleyenlere gösteriyordu. Joan’ın söylemlerini abartıyor, davranışlarını negatif açıdan ele alıyordu. Yapmadığı şeyleri ve söylemediği ifadeleri kullandırıyordu. Joan bunun nasıl olduğunu, sistemin nasıl işlediğini anlamaya çalışırken ertesi sabah işinden kovulduğunu öğreniyor. Çünkü bu internet dizisi bir önceki gün işten çıkardığı kişiyle arasında geçen ve 3. Kişiler duymadığı, görmediği anların, sözlerin de dizide paylaşıldığı ortaya çıkıyor. Yaşadığı şok dizinin her bölümüyle artarken Joan avukatından yardım istiyor. Streamberry’nin kullanım sözleşmesini okuyan avukatı Joan’a bu durumda yapılacak hiçbir şeyin olmadığını ve dijital verilerinin Streamberry’e üyelik karşılığında satıldığını öğreniyor.
Aslında tam da bu nokta o kadar gerçek ve can alıcı ki… Hiçbirimiz üye olduğumuz sayfanın gizlilik ve kullanım sözleşmelerini okumuyoruz. Hatta bu yazıyı okuyanların yüzde 90’ının da Siyah Dergi’nin sözleşmelerini okumadığına eminim. Joan’ın başına tam da kabul ettiği bu sözleşmenin maddeleri yakıyor. Hiçbir şekilde itiraz hakkı olmazken, dizi de kendisinin görüntüsünün olmaması da işleri hukuki anlamda zorlaştırıyor. Joan sıradan bir kadın olduğu kadar aslında zeki de bir kadın. Aklına parası ve gücü olan Salma Hayek yani dizideki Joan geliyor. Gerçek hayatta yaptığı her şeyin dizide iyice kurgulandığı ve bu kurgunun hep negatif yönleriyle paylaşıldığını anlayan Joan, Salma Hayek gibi koyu bir Hıristiyanın asla kabul etmeyeceği bir şey yapıyor ve Kilise’nin ortasına… Evet, Kilise’nin ortasına dışkısını bırakıyor. Bunu gören Salma Hayek ise kendisinin görüntüleri karşısında Streamberry’e karşı hiçbir hakkı olmadığını fark ediyor. Çareyi dayanışmada gören Hayek ise Joan’a ulaşıyor ve bir plan yapıyorlar. Gizlice Streamberry’nin ofisine giren ikili burada tüm bu hikâyeyi kurgulayıp, montajlayıp paylaşan kuantum bilgisayarı parçalıyorlar. Çoklu evrenler yaratabilen bu kuantum bilgisayar bir içerik üretme makinesi. Gizlice girdikleri Streamberry ofisinde bir röportaj yapan CEO’yu gizlice dinleyen ikili röportajcının “Neden onu seçtiniz, Joan’ın nesi özel?” sorusuna adeta göz bebeklerimi büyüten bir cevap veriyor.
“Onun hiçbir şeyi özel değil, sırf sistemi denemek için onu seçtik. Bunun için son derece önemsiz ve standart birini arıyorduk.” Joan’ın hayatına dair yaşadığı kırgınlık yüzüne yansırken devamında görülen sahnede bu kuantum bilgisayarın sadece Joan’ın değil onun gibi binlerce insanın hayatını kopyaladığı görülüyor. Hatta röportajı yapan kadının bile! 800 milyon üyesi olan Streamberry’nin zahmetsiz ve hızlı içerik üretimi yapan bu cihazı gelecekte içerik üretmek adına nelerin feda edileceği konusunda aklımda soru işaretleri bıraktı. Asıl gerçekse kuantum bilgisayarı parçalamadan önce öğrendikleri şey de oluyor. Sahnenin sonunu paylaşmak istemiyorum, Netflix’den izleyebilirsiniz. Ancak söylemek istediğim bir şey var ki o da internetin korkutucu yanının ne denli farklı sonuçlar yaratabileceği gerçeğidir.
Başlıkta değindiğim konuya gelecek olursam. Kendi hayatınızın ana karakteri misiniz? Dizide de görülüyor ki kendi hayatını yaşamak isteyen insanların sayısı bir hayli fazla. Joan’ın hayali aslında bir kahve dükkânı açmak. Tatlı ve muazzam kahveleri olan bir kahveci dükkânı Joan’ın hayallerini süsleyen bir gerçeklik. Ancak çok da sevmediği bir iş yapıyor ve onu çok da memnun etmeyen paralar kazanıyor. Dünyadaki milyarlarca insanın hayatı bu şekilde. Bunu atlamak, bu büyük gerçekliği önemsememek ancak olmamış gibi davranarak günümüzü atlatmamıza yarar. Kendi hayatımızın başrolü olabilmek için çaba sarf etmek günün sonunda yastığa kafanızı koyduğunuzda huzurlu bir uykuya dalmanızın önündeki tek sebep. Ne pahasına olursa olsun kendi hayatımızın başrolünü oynamak zorundayız. Bizlere bahşedilen bu bedenleri yine bizlere hediye edilen o muazzam beyinle kullanmalıyız. Her ne olursa olsun hayal kurmaktan vazgeçmeden yaşama devam etmeli insan…
JOAN IS AWFULL OYUNCULARI
Joan: Annie Murphy
TV Joan: Salma Hayek
Beppe: Michael Cera
Krish: Avi Nash
TV Krish: Himesh Patel
Mac: Rob Delaney
TV Mac: Ben Barnes
Yorum yaz