Kitap Okumanın Yasak Olduğu Ve Kitapların Yakıldığı Bir Dünya: Fahrenheit 451 – Semih ERTÜRK

KİTAP OKUMANIN YASAK OLDUĞU VE KİTAPLARIN YAKILDIĞI BİR DÜNYA: FAHRENHEİT 451

Fahrenheit 451, Ray Bradbury’nin 1951’de ilk defa basılan ünlü bilimkurgu romanıdır. Dönemin politik ortamından dolayı yazıyı basacak bir dergi bulamadığı zamanlarda, ünlü erkek dergisi Playboy’un sahibi Hugh Hefner karşısına çıkar ve yayınlamak üzere kitabı satın alır. O dönem için büyük bir cesaret örneği olan bu hareket, Bradbury’i de dünya edebiyatına kazandıracaktır.

Kitabı yazar, McCarthy dönemindeki sansür ve otoriter devleti eleştirmekten ziyade televizyonun, edebiyata, kitap okumaya olan ilgiyi nasıl yok ettiğini ve bu konudaki asıl suçlunun da devlet değil bizzat halkın ta kendisi olduğunu göstermek için yazdığını söylemiştir.

Baskıcı bir gelecek toplumunun anlatıldığı bu kitap aynı zamanda distopya olarak da sınıflandırılabilir. Amerikan edebiyatının öne çıkan yazarlarından Ray Bradbury’nin bu eseri, on yıllar öncesinden bugünün ve uzak geleceğin dünyasına sert eleştiriler savuruyor. Distopik bir kurgusal düzlemde ilerleyen eser, teknolojinin gelişmesiyle birlikte toplumun gerileyen sanat ve düşünce dünyasını ele alıyor.

Kapsamlı manipulasyon ve kontrol bilgiyi ve hayal gücünü kısıtlamada da etkilidir. Sonuç olarak, böylesi baskıcı bir rejim, sistemin farkına varan isyankâr bireyi toplum dışına itmişse de, tüm vatandaşları tamamen kontrol altına almakta başarısız olmuştur. Başkaldıran bazı karakterler sistemin üstesinden gelemeseler de sistemin başarısızlığını göstermeleri açısından önemlidirler.

Bilgisiz bir toplumun diktatörlerce yönetilmesi de bir o kadar kolay olacağından, bunu sağlamanın en pratik yolu da kitapların yakılmasından geçmektedir. İnsanların beyinleri, duvarları dev ekranlarla kaplı evlerinde sadece devlet eliyle yayınlanan dizilerle, haberlerle yıkanmaktadır.

Dünya sadece evlerde TV izlenilen, teknoloji ile insanların uyutulduğu bir dünyaya dönüşmüştür. Kitaplar yok edilmekte kitapları okunmaması engellenmektedir. İtfaiyecilerin görevi yangın söndürmek değil ihbar yapılan evlerde kitapları yakmaktır.

Roman umutlu bir sonla bitmesi ve macera dolu olması nedeniyle oldukça sürükleyici bir kitap olma özelliğindedir. Şenlik Ateşi, Parlak Anka ve Yaya Öyküleri adı altında üç ana başlıkta yazarın oluşturmuş olduğu hikayelerin birleşimi olarak roman karşımıza çıkmaktadır. Bu kitapta oluşturulan kurgu totaliter bir rejime karşı ayaklanan cesur ve düşünebilen insanların başkaldırısı ve hayatı sorgulayışı şeklinde nitelendirilebilir. Bu kitapta bahsi geçen ve oluşturulan rejim insanlara dayatılmamaktadır. İnsanlar bu düzeni kendileri istemekte ve bundan kaynaklı da çıkış yollarını gene kendileri aramaktadırlar.

İnsani ilişkilerin oldukça kopuk ve zayıf olduğu bir durumdan söz etmek mümkündür. İnsanların birbiri ile iletişiminin olmadığı bir dünyadan bahsedebilir. İnsanlar sadece televizyonlar ile iletişim kuruyorlar. Sürekli olarak televizyon izleyip kitap yok etmeye dayalı olarak yaşamayı tercih ediyorlar. Bu size tanıdık gelmiş olmalı. Evet, günümüz TVleri. Anlamsız yarışmalar, saçma sapan kadının alet edildiği kadın programları vs.

Eserin meşhur aynı adlı filmi de vardır. Benim çocukluğumda oldukça popülerdi. Parlament Sinema Geceleri’nin vazgeçilmeziydi. Roman atmosferinde tıpkı George Orwel’in “1984” ve Yevgeni Zamyatin’in “Biz” romanlarındaki gibi totaliter bir rejim varken buna karşın Aldoux Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” romanında olduğu gibi bu totaliter rejim insanlara dayatılmak yerine insanların bu düzeni kendilerinin isteyeceği ve onaylayacağı, düzene bir tehdit oluşturabilecek her şeye karşı çıkacağı bir dünya yaratılmış.

Ray Bradbury’nin karanlık bir geleceği konu aldığı Fahrenheit 451 romanı, bilim kurgu ögelerini baskı rejimi ve robotlaşmış bir toplumla harmanlıyor. Kitabın olay örgüsü, itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakmakla görevlendirildiği totaliter bir düzen etrafında şekilleniyor. Roman, adını ise kitapların yanma derecesi olan ısı ölçüsünden alıyor. Eser, kitapların itfaiyeciler tarafından yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap bulundurup düşünen insanların yok edildiği bir gelecekte geçmektedir. Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit’ta tutuşması gerçeğinden almaktadır. Bu sıcaklık aslında kâğıdın kalitesine göre 440 ile 470 derece arasında değişirken, kitabın yazıldığı 1953 yılı itibariyle bilimkurgu romanları “Pulp Fiction” olarak değerlendirilen “ucuz kâğıtlara” basılmaktaydı. Bu kâğıtların yanma sıcaklığı da yaklaşık olarak 451 Fahrenheit’e tekabül ederdi. Bu isimle Ray Bradbury’nin bu duruma bir gönderme mi yaptığını düşünmeden durulmuyor.

Eser, aynı zamanda ünlü Fransız sinemacı, François Truffaut tarafından da sinemaya uyarlanmıştır ancak Truffaut kendi yorumunu katmayı tercih etmiş ve kurguda bazı değişiklikler yapmıştır. Bu film Türkiye’de “Değişen Dünyanın İnsanları” adıyla gösterime girmiştir.

Romandaki her karakter, bilgi kavramı ile farklı bir şekilde mücadele etmektedir. Karakterlerden bazıları bilgiyi kucaklarken ve onu koruma sorumluluğunu üstlenirken, diğerleri kendilerini ve kendi rahatlıklarını koruma çabasıyla bilgiyi reddeder – hiçbiri romanın kahramanı kadar romanın çoğunu cahil kalmaya harcayan kahramanı kadar. Kendisi ile bir mücadelede isteyerek bilgi arar.

Kitabın konusu gelecek yılların Amerika’sını anlatmaktadır. Bu zaman diliminde itfaiye birimlerinin yangın söndürme eylemi yerine kitap yakma görevini devralması temel olarak almaktadır. Burada romanın baş karakteri olan Guy Montag bir itfaiye memurudur. Hiçbir şeyi sorgulamaz. Tam da bizim ülkemizde memur olarak adlandırılan ve Türk romanlarına da memur imgesi ile girmiş sadece işi ile ilgilenip sosyal hayattan uzaklığı ile bilinen bir karakter olarak varlığını sürdürmektedir.

Daha öncesinde yalnızca ona verilen işleri yapan Montag, bir gün dehşet verici bir olaya tanık oluyor. Kitaplarıyla birlikte bir adamın diri diri yakıldığını gören Montag, bu olay sonrasında artık eskisi gibi olamıyor.  Adamın yakılması üzerine kitaplara karşı ilgi duymaya başlayan Montag’in bu aydınlanma sürecinde, komşusu Clarisse’in de etkisi oluyor. Genç bir kız olan Clarisse, başta herkese olduğu gibi Montag’e de garip görünüyor. Okuyan ve sorgulayan genç kız, Montag’in aklında yeni ufuklar açıyor. Ancak Montag bir gün onun da öldüğünü öğreniyor ve bu son olay, onu okumaya daha çok sevk ediyor.  Montag, iş yerindeki ortamından ve yakın çevresinden kitaplarını saklamak durumunda kalıyor. Ancak onu ele veren, herkesten önce karısı Mildred oluyor. Bundan sonrasında ise Montag, yoluna daha önceki hayatından çok farklı şekilde devam ediyor.

Ray Bradbury’nin karanlık bir geleceği konu aldığı Fahrenheit 451 romanı, bilim kurgu ögelerini baskı rejimi ve robotlaşmış bir toplumla harmanlıyor. Kitabın olay örgüsü, itfaiyecilerin yangın söndürmek yerine kitap yakmakla görevlendirildiği totaliter bir düzen etrafında şekilleniyor. Roman, adını ise kitapların yanma derecesi olan ısı ölçüsünden alıyor.

24’üncü yüzyılda geçen Fahrenheit 451’de toplum yaşamı, skolastik düşüncenin hakim olduğu Orta Çağ’la büyük benzerlik gösteriyor. Bradbury, kitabına yönelik yaptığı açıklamalarda romanı yazmaktaki amacının, televizyonun okumaya olan ilgisini körelttiğini vurgulamak olduğunu dile getiriyor. Yazar, bu noktada eleştirisinin herhangi bir yönetimden ziyade doğrudan halka yönelik olduğunu açıklıyor. Eserinde kitapları yakanlarla okumayanlara aynı suçu yükleyen yazar, topluma zarar veren asıl unsurun düşünmeyi reddetmek olduğunun altını çiziyor.

Kitapta yer alan kadın karakterler düşünmeyen ve ev işi ile uğraşmayan, bir şey üretmeyen kişilerdir. Onların tek bir görevi vardır evde oturup televizyon izlemek. Sistemin bir parçası olmuş ve asla bu çarkı kırmaya yeltenmeyen kişiler olarak tanımlanmaktadır. Kitaptaki erkek karakterler ise, düşünüp sorgulayan ve en iyisini onların bileceği şeklinde ayrımcılık yoluna gidilmiş ve erkek kadın farkı roman boyunca gözler önüne serilmeye çalışılmıştır. Guy Montag, düşünüp sorgulayabilen erkek gücünü temsil etmektedir. Bunu Antifeminen bir özellik olarak düşünebiliriz.

Rahat rahat yaşamak varken pek çok insan bazı kişilerin neden kitap okuduğunu, neden hep bir şeylerle mücadele etmeye çalıştığını anlamazlar. Romanda da Montag, karısı Milred’e yangından sakladığı kitabı gösterip ondan bölümler okumaya kalkıyor. Ama günlerini televizör karşısında geçirip akşamları da uyku ilacıyla uykuya dalan, zihnini geliştirecek hiçbir şey yapmamasından dolayı ciddi bir hafıza kaybı sorunuyla karşı karşıya olan Milred bunu kaldıramıyor, Montag’ın bu riske girmesini saçma buluyor, Montag’dan onu rahat bırakmasını istiyor.

Distopya kitaplarının esin kaynağına baktığımızda arka planda politik ve ekonomik olarak kırılma noktasına denk gelmiş siyasi tarihten noktalar görürüz. Örneğin, Cesur Yeni Dünya’da Wall Street’in çöktüğü, yüksek işsizlik oranları ve Keynesyen politikaları ile 1929’ların dünyasından bakan olası bir gelecek tahayyüllü görürüz. Fahrenheit 451’de ise II. Dünya Savaşı sonrası toplumsal travmaların, atom bombalarının, komünist avı altında fişlemelerin ve gelişen teknolojilerle değişip kırılmaya başlayan toplumsal yapının tohumlarının atıldığı bir dönemin öngürüleri yatar. 60 yılın ardından kitap artık bir gelecek senaryosu olmaktan çıkıp bugünleri anlatıyor bize. Büyük plazma televizyonlar ile mutluluğun saplantı haline getirtildiği uyuşmuş insanlar, taktıkları kulaklıklar ile tercih ettikleri dışında bir şey duymaya korkanlar ve bütün bunların bilincinde olup sistemi var edenler ile bundan çıkış yolu arayanlar…Böylesi bir toplumda en başta korkulan şey kitap oluyor. Ancak eser bilginin ve fikirlerin kitapların da ötesinde olduğunu kanıtlar bir şekilde olayları bağlıyor.

1984 ve Cesur Yeni Dünya gibi anti-ütopyalardan daha az tanınsa da konu ve anlatım olarak hiç geride kalmayan bir kitap Fahrenheit 451.  Pek çok anti-ütopyada ve gelecekteki totaliter bir yönetimi anlatan belgeselerde bizi dehşete sürükleyen bu senaryoların aslında bizim rızamızla seçileceği veya seçildiği anlatılır. Fahrenheit 451’de de öyle. Faber, Montag’a “Halk okumayı kendi isteğiyle bıraktı… Artık çok az insan isyan etmeyi düşünüyor ve bunların bazıları da, benim gibi, kolaylıkla korkuyor,” der.

Fahrenheit 451, küçücük ama içi dopdolu bir kitap. Kitaplar hakkında bir kitap. Özgürlüklerin olmadığı ama özgürlüğü için savaşan birilerinin hep bulunduğu bir geleceği anlatan bir roman. Hem okurken hem de okuduktan sonra düşündüren bir eser, bence bir başyapıt sayılabilecek bir eser.

Romandaki kurgu tek kelimeyle harikaydı. Bir yanma olayı bu kadar farklı anlatılabilirdi diye düşünüyorum hala. “Kimyasal bir olay” olarak tanımladığımız bu hadisenin, bir romanın konusunu oluşturacak kadar uzun ve kapsamlı olduğunu hiç düşünmemiştim.

Bradbury “düşünen insan” üzerinde oluşturulan baskıyı beş asır sonranın dünyasında kurguluyor ve bu kurgu ülkesinde insanların yaşamlarının odağına haz ve hızı yerleştiriyor. Bireyselleşmenin egoizmi kamçıladığı, egoizmin narsisizmi beslediği günümüzde yazarın satır arasına gizlediği kehanetlerin birer birer gerçekleştiğini görüyoruz. Kitabın yazıldığı yıllarda henüz televizyon yayınının yeni yeni yaygınlaştığını göz önünde bulundurduğumuzda Bradbury’nin aradan geçen zaman içinde özellikle iletişim teknolojilerinde görülen gelişmeler ve insanlar üzerinde yaratacağı tahribat konusunda ne derece sağlam temelli düşüncelere sahip olduğu gözlerden kaçmıyor.

Klasiklerin okunmayıp internetten özetlerinin araştırıldığı, evlerin 43,49, 55, 60 inç televizyonlarla donatıldığı, aynı odadaki üç kişinin bile kulaklıkla tablet/telefon kullandığı, sırf reyting uğruna kişisel acıların ekrana boca edildiği ve insanların mutluluklarını maddiyata dayandırdığı sorgulamasız günümüzü görseydi Bradbury ne derdi acaba?

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply