Kurbanın Kısa Tarihi

KURBANIN KISA TARİHİ

“Üze Türk tengrisi ıduk yiri subı ança etmiş erinç” (Orhun Kitabeleri) (Yukarda bulunan Türkün tanrısı mukaddes olan yer ve suyu öylece yaratıvermiş)

Erken Paleolitik dönemden itibaren çeşitli kültürlerde kurban ibadetinin farklı uygulamaları ortaya çıkmıştır.

Kurban, ilah olarak kabul edilen ya da yüceltilmiş bir varlığa sunulmak üzere kesilen canlı hayvan. Bir dileğin gerçekleşmesi için sunulan kurbana ise adak denir. Antik çağlardan beri tanrıları veya yüce kabul edilen varlıkları memnun etmek, felaketlerden korunma ve benzeri amaçlar doğrultusunda insanlar ve hayvanlar kurban edilmiştir. Ancak kurbanın, bazı dönem ve uygarlıklarda sadece tapılan ilaha değil aynı zamanda libasyon yani sıvı adağı ile ölülere de sunulduğu bilinmektedir. Bu libasyon törenlerinde şarap ve çeşitli bira gibi sıvıların kullanılmasının yanı sıra taze insan kanı da kullanılmıştır. Kansız kurbanlar insan, hayvan ve balıklar gibi canlı varlıkların dışında Tanrılara sunulan diğer hediyeleri kapsar. Bu hediyeler insanların sahip oldukları ve üretebildikleri her türlü gıda maddesi nevinden şeylerdir. Örneğin, Japonya’da ibadet; dua ve besin amaçlı kurbandan oluşmuştur. Eskiden hayvanlar kurban edilmesine rağmen, insan kurbanı gibi bu da daha sonraları terk edilmiştir. Kurbanlar bitkisel ağırlıkta olup kansızdır.

Germain Fabius Brest, 1865 tarihli “Bayram Selam Resepsiyonu” adlı resminde Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusunda Saadet Kapısı önünde düzenlenen bir resepsiyonu tasvir ediyor.

Eski Türk kültüründe göçebe toplum en değerli varlıklarını kurban ederdi. Bunlar çoğu zaman atlar olurdu. Savaşta, barışta, göçte hep yer alan atlar topluluğun en değerli varlığı sayılırdı. En eski Türk sözlüklerinden olan Divânu Lügati’t Türk’te bu ritüel, “yağış” adıyla yer alır. Yağış, kendini yaratıcıya yakın hissetmek için yapılan bir kurban etme biçimiydi. Aynı eserde kurban edilen şey için “kutlu, mübarek” anlamına gelen “ıdhuk” kelimesi geçer. Eski Şamanist Türklerde kurbanın, kanlı ve kansız olma gibi iki farklı duruma sahip olduğu görülmektedir. Bu da kurban edilecek şeyin illa da hayvan ya da canlı olması gerekmediğini göstermektedir. Hayvan olarak tercih edileneler at, koyun, öküz, deve ve ren geyiği olup, bunların sayıları kişinin zenginliğine göre yüzleri binleri bulurdu. . Kansız kurbanların en önemlileri ruhlara bağışlanarak başıboş salınıveren hayvanlardır. Bu hayvanlar genelde sahibinin yaptığı bir adak için saklanırlar. Bunların, sütü sağılmaz, yünü kırpılmaz ve bu hayvanlara yük vurulmaz. Idık denilen bu hayvanlara kadınların dokunması yasaktır ve ayrıca kadınlar kurban törenlerine de katılmazlar. MS. 386-556 yılları arasında Çinliler tarafından Wei ve Toba adlarıyla adlandırılan Türk boyları, Tabgaçlar “İökük” denen ritüellerde kurban sunulan yerin çevresine dizdikleri 49 ağaç heykele kadın şamanların davulları eşliğinde içki sunarlardı. Ayrıca, MS. 546’larda Çinlilerin “T’iele” diye adlandırdıkları Türk boyları Gök Tanrıya at kurban ederlerdi. Burkan (Budizm) ve Mani dinlerini benimsemiş Türk boylarının ise, ayin yaparak yasaklanan biçimde hayvan kurban ettikleri de dile getirilmiştir. Genel olarak Anadolu’daki kurban uygulamalarında, kurban olarak sunulan hayvan türleri İslamiyet’in bu konuda çizdiği sınırlarla belirlenmiştir. Eski Türk boylarında görülen at ve geyik, günümüz Anadolu’sunda kurbanlık sınıfında yer almamaktadır. Gagauzlar’ın kurban ibadeti içinde en dikkate değeri “Allahlık” adını verdikleri kurbandır. Iduk kelimesi ile aynı anlama gelen Allahlık; mal mülk sahibi bir çiftçinin en güzel boğa yavrusunu kurbanlık olarak seçmesi ve kırlara salıvermesidir. Yakutlar’da Demircilere sunulan kurbanların ciğerlerinin demir ocaklarında iyice kızartıldıktan sonra, bunları örsle çekiçte ezerlerdi. Manas destanında birçok yerde at kurbanı geçmektedir.

Topkapı Sarayı’nda bir Bayram kutlamasını gösteren bir resim.

İslam dini terimi olarak Kurban, Allah’a yaklaşmak ve Allah rızasına ermek niyetiyle kesilen, kurban edilen, hayvan demektir. Kur’an’da geçen İbrahim peygamber ve oğlu İsmail ile ilgili kıssadan yola çıkarak, kurban kavramı, çok daha genel bir adanmışlığı, Allah için bireyin her şeyini feda edebilecek olmasını, Allah’a teslimiyeti ve ona karşı şükür içinde olmayı ifade etmektedir. Kur’an’da Hac Suresinde bu konuda bir ayet vardır. Ancak denebilir ki, tanrıya veya tanrılara kurban etme ritüeli, İslam’ın kendine özgü inançlarından biri değildir. Çok daha eski tarihlere, çok tanrılı dinlere, antik dönemlere dayanan bir geçmişi vardır. Yani aynı dinsel olay birçok farklı topluluk tarafından ortak bir değer olarak ele alınmıştır.

Eski çağlarda insan kurban edilmesi, bir nevi temizlenme ve sihir vasıtasıydı. Yunan bir coğrafyacı ve filozof olan Strabon, Coğrafya adlı kitabında insan kurban etmeyi bir Kelt ritüeli olarak gösterir.

20. Eliade Anadolu’da özellikle tarihî devirlerde, mesela ilk çağlarda hasat mevsimi dolayısıyla icra edilen insan kurbanı ve kafa kesme ayinlerine örnek olarak Frigyalılar’ı göstermektedir. Frigyalalar’da bu olayla alakalı bir de efsane olduğunu belirten Eliade, onların yüzyıllar önce hasat zamanında insanları, başlarını kesmek suretiyle kurban ettiklerini, hatta elde mevcut delillere göre, o zamanlar bu âdetin Doğu Akdeniz’in her tarafında yaygın olduğunu kaydetmektedir. Fenike (Kartaca) dininde de çok sayıda insanın kurban edildiği görülür. İlk ürün ya da ilk çocuk, gelecek yıl ürünün daha bereketli olması için tanrılara kurban edilir. Savaşa giderken de zafer kazanmak için çok sayıda çocuk tanrılara kurban olarak sunulur. Tahminlere göre MÖ. 800 ile 146 arasında, yani Romalılar’ın Kartaca’yı fethettikleri zamana kadar  yaklaşık 20.000 bebek kurban edilmiştir.

Milano Üniversitesi’ndeki arkeologlar, İtalya’nın Tarquinia kentinde ortaya çıkardıkları önemli kanıtlar aracılığıyla, Etrüsklerin gerçekten de insan kurban ettiklerini kanıtladılar. Arkeologlar, kurban edilmiş yetişkinler, bebekler ile yabancı, hasta ya da aşağı sosyal sınıflardan çocukların kalıntılarını keşfettiler. İnsan kalıntılarının yanı sıra, arkeologlar ayrıca bir kutsal yapı, bir taş sunak, bir trompet, bir balta ve bir kalkanın yer aldığı bir “dünyevi güç kazanma alanı” keşfettiler.

Antik Çin’de, özellikle Shang Hanedanlığı döneminde, yani yazılı kayıtlara sahip ilk Çin hanedanlığında, insan kurban etme pratiği çok yaygındı. Arkeolojik kanıtlar Shang hanedanlığı sırasında insan kurban etmenin büyük ölçekte uygulandığını göstermektedir.

Eski Sami kavimlerinde insan kurbanı çok yaygın bir gelenek halini almıştı. Tevrat’ta adı geçen Bolo yani Baal daha çok körpe etleri severdi. O’nun tunç heykelinin bir fırın olan karnında çocuklar yakılır ve bu iğrenç Tanrı doyurulurdu.  Cahiliye dönemi (Hz. Muhammed Öncesi Arabistan’ın genel durumuna verilen isim) Arapları’nda da insan kurbanına rastlıyoruz. Cahiliye devri Arapları’nın Sabah Yıldızı’na daha doğmadan büyük bir acele ile insan ve beyaz deve kurban ettikleri bilinmektedir. Yine önemli putlardan Uzza’ya oğlanlarla, kızların ve esirlerin de kurban edildikleri ileri sürülmektedir. V. Eberhard, Türkler’de insan kurbanının bulunmadığını, bu türlü kurbanın Türkler tarafından yasaklandığını kaydeder. Bahaeddin Ögel de aynı görüştedir. Ögel, ataların ruhlarına insan kurban etme âdetinin bir Moğol geleneği olduğunu kaydetmiştir.  Göktürk çağı ile ilgili hiç bir kaynak Göktürkler’de insan kurbanı verildiğine dair en ufak bir açıklama da bulunmamaktadır. Ancak Göktürler’de at ile beraber insan kurban edildiğine dair Bizans elçisi Valentin’in, İstemi Kağan’ın cenaze merasimini (yog) anlatırken yaptığı tasvir çok dikkat çekicidir. İnsan kurbanı ayinlerinin sıkı sıkıya tarım kültürüyle bağlı olduğu” tespitinden hareketle, eski Türk toplumunda insan kurbanı olmamasını, Türklerin göçebe hayat tarzını sürdürmelerine bağlayabiliriz. Bu verdiğimiz örneklerden hareketle Türkler’de insan kurban etme olayının Göktürk çağından önceleri var olduğunu ve bilahere bu âdetin yasaklanmış olabileceğini söyleyebiliz. Örneğin, Skyhtlerde (İskit/Saka), krallarının ölümü üzerine yapılan cenaze törenlerinde; ölen krala öbür dünyada yardım etmesi için karısı, hizmetçisi, aşçısı ve atının da ölüyle birlikte mezara konulduğunu görüyoruz.

Romalılarda da kurban en önemli tapım eylemidir. Özel tapımlarda kansız (bitkisel olarak ilk ürünlerin sunulması), devlet tapımındaysa kanlı (hayvanların sunulması) kurbanlar gerçekleştirilir. Kurban edilecek hayvanların sayısı, cinsi, rengi iyice belirtilir. Kurban kesilirken “favete linguis” diye bağırılarak kurban kötü etkilerden korunur. Bir yandan da flüt çalınır ve tanrı için ayrılan bölümler (karaciğer, akciğer, yürek) sunağın üzerinde kanlı kanlı yakılır. Roma Senatosu MÖ. 97 yılında yasaklayana değin Roma İmparatorluğu’nda insanlar da kurban edilmiştir.  Genellikle Romalılar özel tapınaklarda sığır, domuz, keçi ve koyun gibi hayvanları kurban ederler ancak, bu hayvanların beyaz olanları seçilir. Kurbanların başına tuzlu un serpildikten sonra, kafalarına indirilen yalnızca bir tek balta darbesiyle öldürülürler. Bu esnada ayakta Jüpiter’in evine doğru dönmüş olarak eller açılır  (Kabe’ye doğru dönmek gibi) ve belirli dualar (tekbir gibi) okunur. Tanrıça Venüs’e ise güvercin kurban edilirdi. Eski Yunan’da olduğu gibi Roma’da da kurbanın eti üzerine şarap dökülerek yeme alışkanlığı vardır. Ayrıca Roma kurban ritüelleri arasında, kurban edilen hayvanların bağırsaklarının biçiminden geleceğe yönelik olarak kehanetlerde bulunmayla ilgili olanlar özellikle belirginleşmiştir. Roma’da ayrıca, büyük tehlikelerin belirdiği zamanlarda “ver sacrum” adı verilen bir geleneğe göre, insan ve hayvanların ilkbaharda doğan ilk yavruları tanrılara kurban edilir.

Popüler kültürün en sevdiği mitolojinin Yunan olduğunu düşünürsek, çoğunuzun hâkim olabileceğini varsayarak, buradan başlayabiliriz. Yunan Mitolojisi’nde tanrıya kurban etme ritüeli, insan kurban ederek yapılırdı. Haber tanrısı olarak tanınan Hermes ise, yukarıda bahsettiğim cennetten koç getirme işini üstlenirdi. Hermes, ayaklarında taşıdığı kanatlarıyla göğe yükselip tıpkı Cebrail (Gabriel) gibi kurban getirirdi. Yalnız İslamiyet’te değil, birçok dinde adı geçen meleklerin görevlerini mitolojik karakterlerde görebiliriz. Morfolojik açıdan bakıldığında İbrahim’in oğlunu kurban edişi Eski-Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbranilerin Peygamberler dönemine kadar sürdürdükleri, ilk çocuğun kurban edilişi pratiğinden başka bir şey değildir. Eski-Sami dünyasının tümünde böyle bir kurban, dinsel işlevine rağmen sadece bir anane, anlamı tümüyle kavranabilir bir ayinken İbrahim’in durumunda bir inanç eylemidir.

Tıpkı İslam’da Hazreti İbrahim’in oğlu yerine bir koç kurban etmesiyle başlayıp yüzyıllar boyu süren bir ibadet biçiminin başlangıcı gibi, Yunan Mitolojisi’nde insan kurban etme böylece başladı denebilir. Aynı zamanda Yunan kültüründe ölen kişi için de kurban kesildiği bilinmektedir. Eşyalarıyla birlikte gömülen kişinin hâlâ yaşadığına dair olan inanç derin olduğu için, belirli aralıklarla sunu takdim edilirdi. Mezardaki kişiye sunu takdim edilmesinin ihmali durumunda, onun intikam için çevreye hastalık ve ölüm yayacağına inanılırdı.

İslam’daki gibi belirli bir bayram zamanı ile ilişkilendirilen büyük bir kurban eylemi bugün varlığını sürdüren İbrahimi Dinlerde nadir görülse de diğer İbrahimi dinlerde de kurban kavramı mevcuttur. Arapça kurban sözcüğü ile ilişkili olan İbranice korban sözcüğü de sözlükte “yakınlaşmak” anlamına sahiptir ve dinî bağlamda, şeklî uygulama açısından İslam’dakine benzer bir tür kurban etmeyi öngörür. Bugün Musevilerin büyük bir kısmı hayvan kurban etmeyi kesmişlerdir. Bunun en büyük sebebi Tapınak’ın var olmayışıdır; bununla birlikte hayvan kurban etmenin özellikle Tapınak mevcutken düzenli bir şekilde yapılan bir ibadet olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte bu hayvan kurbanı büyük oranda günahlardan arınmak için yapılırdı ve İslam’daki Kurban Bayramına benzer bir uygulama bağlamında ele alınmazdı.

Yeni Ahit’te (İncil) Hz. İsa, kurban olarak kan akıtılmamasını salık verirken, kan akıtmayla günahlardan aranılamayacağını belirtmiştir. Hristiyanlıkta kanlı kurban yoktur. İncil’de kurbanla ve İsa’nın çarmıha gerilmesi ile ilgili temel felsefe; İsa’nın kendisini insanlık ve onun günahları için kurban etmesi üzerine kuruludur. O, son kurbandır. Bu yüzden Hristiyanlıkta kanlı kurban yoktur. İncil’de Hz. İsa’nın on iki öğrencisi ile “Fısıh Bayramı” nedeniyle yemiş oldukları yemek, (Batı resminde başta Leonardo da Vinci olmak üzere, birçok sanatçı “Son Akşam Yemeği” adlı tablolarıyla konuyu resmetmişlerdir.) kurbanla ilişkilendirilmiştir. Nitekim bu tören, kurbanın da olduğu bir tür kurtuluş bayramı olarak gösterilmiştir. Kurban etinin yendiği ve şarabı içildiği bu yemek, daha sonraki beyaz ekmek ve kırmızı şarap ritüelinin de temelini oluşturmaktadır. İsa’nın yemekte belirttiği gibi ekmek onun etini (bedeni), şarap ise onun kanını simgelemektedir. Akıtılan bu kan günahların affedilmesi için birçok kişi için akıtılan kandır. Tek tanrılı dinlerde her ne kadar insan kurban etmek kavramı ortadan kalkmışsa da, Hıristiyanlaşmış Avrupa’da Hıristiyanlığı kabul etmiş oldukları halde bazı pagan inanç sistemlerinin büyü, kurban gibi pratiklerini uygulayan toplulukların varlığına, özellikle Batı Avrupa’da kimi gruplar arasında çocuk kurban etme törenlerinin devam ettiğine dair kaynaklar vardır. İnsanların cadılık suçlamasıyla öldürüldüğü bu toplu cinayetlerin kurban kavramıyla ilişkilendirilip ilişkilendirilemeyeceği tartışılabilir. Ancak söz konusu öldürme eyleminin tanrı adına gerçekleştiriliyor olması, eylemin ritüel boyutu ve halka açık, seyirlik bir gösteri olarak gerçekleştirilmesi ve “ruhun arındırılması” bakımından ritüelin önemli bir parçası olan ve pagan kurban ritüellerinden ödünç alınan yakma işlemi iki durum arasında önemli bağlar olduğuna işaret etmektedir.

Batı resim sanatında Hz. İbrahim’in kurban sahnesi birçok sanatçı tarafından çok farklı dönemlerde ele alınmıştır. Buna ait örnekleri, mozaik ve fresklerden en yakın modern dönemde üretilen çalışmalara kadar görmek mümkündür. Bu resimlerin İslam sanatındaki benzerlerine göre en belirgin farkı, Eski Ahid’e paralel olarak, kurban edilmesi için seçilen kişinin Hz. İsmail değil de Hz. İshak olmasıdır. Batı resminde konuyu işleyen en önemli sanatçılardan birisi İtalyan ressam Michelangelo Merisi da Caravaggio (1571-1610)’dur.

Yahudilikte kurban canlı ve cansız olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Canlı kurbanlar Musa şeriatına göre kurban edilmesi uygun görülen hayvanları boğazlamak suretiyle sunulan kurbanlardır. Burada hayvanın kanını akıtmak önemli. Cansız kurban ise Tanrı adına yere su ve şarap dökme şeklinde gerçekleştirilir. Yahudilikte kurbanlar günlük, haftalık, aylık, mevsimlik ve yıllık olarak sunulur. Günlük kurbanlar, her gün sabah akşam sunulması gereken birer yıllık iki kuzudan ibarettir. Öte yandan İsrailliler, çok erken dönemde, Hz. İbrahim’in yaptığı gibi ilk doğan çocukları kurtarmak için bir hayvan kurbanını bedel olarak ihdas etmelerine rağmen şiddetli bir savaş veya ümitsizlik durumlarında ilk doğan çocuk en değerli hediye olarak kurban edilirdi. Nitekim Moab Kralı Mesha, böyle bir durumda kendi yerine krallığa geçecek olan ilk oğlunu kurban etmekten çekinmemiştir. Yahudiler’de kurban anlayışı günümüze doğru gelindiğinde gittikçe değişime uğruyor. Mayasız ekmeğin en önemli kurban geleneği olarak sürdüğü söylenebilir. Yahudilerde kurban adeti Kudüs Tapınağı’nın yıkılmasından sonra kaldırıldı; çünkü kurban ibadeti Tapınak’a hastı ve Yahudilere göre Tapınak tekti. Böylece sadece Tevrat’ı okumak ve dua etmek, ibadet olarak kaldı; bunların yeri de sinagoglardı (havra). Yahudilik’te, Mabed’in yıkılmasından sonra “Kurban” ibadeti askıya alınmış olsa da, günümüzde Yahudiler, günahlardan arınmak için horoz veya tavuk kurban edip etlerini fakirlere dağıtmaktadırlar.

29 Temmuz 2020’de Türkiye’nin güneydoğusundaki Diyarbakır’da bir hayvan pazarında kurbanlık koyun görüldü. (AA Fotoğrafı)

Eski Mezopotamya’da gerek tanrının azabından korkma, gerekse hayvanların tanrının birer besini olarak algılanması dolayısıyla, tanrıyı doyurmak amaçlı kurban kesilmiştir. Bu ve benzeri korkular Mezopotamya’daki kurban kesme ritüelinin daha ciddi bir hâl almasına neden olmuştur. Sümerlerde en değerli kurban olarak görülen kuzunun yanı sıra yabani ve evcil domuz dahil olmak üzere diğer hayvanlar da kurban edilirdi. Ancak yabani ve evcil domuz daha çok, bir hastanın iyileşebilmesi maksadıyla kurban edilirdi. Sümerlerde günümüze benzer bir şekilde kurban kesiminden hemen önce kesilecek hayvanın kulağına doğru yaklaşılıp dua okunurdu. (İslamiyet’te kurban kesilmeden önceki tekbirler gibi) Uruk’taki Anu tapınağında bir tabletteki kayıtlar, Sümerlerde bazı hayvanların bazı tanrıların sofrasında yer almasının yasak olduğunu göstermektedir. Bazı tanrılar kuzu bazı tanrılar kuş bazı tanrılar inek eti istemezdi. Hz. Nuh’un kurban kesmesinin bir benzeri, Mezopotamya tufan hikayesinde, tufandan sonra kurban sunan Utnapiştim üzerinden anlatılmaktadır.

Hititlerde de insanlar tanrılara kurban kesip yalvarır ve karşılığında da tanrıların onları düşmanlardan, hastalıktan koruduğuna inanılırdı. Hititler, pis olarak kabul ettikleri köpek ve domuzu çok nadir olarak tanrılara kurban diye sunmaktaydı. Antik Yunan’da Hititlerden farklı olarak kurban için seçilen hayvan kan akıtılarak değil, belli parçaları ya da tamamı yakılarak Tanrılara sunulurdu. Çok sayıda olan Tanrı ve Tanrıçaların her biri için belirlenmiş evcil hayvanlar, yabani hayvanlar, kuşlar hatta balıklardan oluşan kurbanlar sunulurdu. Genellikle, ‘’Gök’’ ile alakalı Tanrılar için az tüylenmiş, yeraltı ve öte dünya Tanrıları için ise siyah renkli kurbanlar tercih edilirdi. Bir kadının doğurganlığını artırması için, toprak tanrıçasına tohum saçması ve savaş Tanrısına kömür sunması gerekirdi. Denizciler ise rüzgar için Poseidon’a yanmış kurbanlar sunmalıydı.

Herodot’a göre, Antik Mısır’da domuzun kötü kokması, hasatlara saldırması nedeniyle ne domuzlar ne de domuz çobanları sevilirdi. Nitekim, buna rağmen Antik Mısır’da domuz da kurban edilen hayvanlar arasındaydı. Ancak Yahudilik ve İslamiyet’te domuz yenmesi haram olarak kabul edilmektedir. Antik Mısır’da en göze çarpan kurban etme eylemlerinden biri de insanların kurban edilmesiydi.

Antik Yunanistan’da ölülerin mezarlarında hâlâ yaşadıklarına inanılır ve onlara düzenli olarak sunu takdim edilirdi. Örneğin; bir kap içinde kan sunulurdu. Kan, hayat demek olduğu için ruhun kanı içince geçici bir canlılığa kavuşacağı fikri hakim idi. Eğer bu ihmal edilir ise, ölülerin çevreye ölüm ve çeşitli hastalıklar salarak intikam alacağı düşünülürdü.

Antik zamanlarda Girit adası sakinleri, kendilerini depremlerle tehdit ettiklerini düşündükleri tanrıları hoş tutmak için insanlar kurban ediyorlardı. Bölgedeki kazıları yürüten arkeolog Maria Vlazaki-Andreadaki, Selanik Arkeoloji Müzesi’nde yaptığı bir sunumda, Girit’te bir tepede yer alan antik Kydonia sarayında gerçekleşen kurban ritüellerine dair kanıtlar bulduklarını açıkladı. Vlazaki-Andreadaki ve meslektaşları çeşitli hayvan kafataslarının yanında kılıçla müthiş bir hassasiyetle “kesilen” genç bir kızın kafatasını da buldular. Şeytanları ve yeraltı tanrılarını kızdırmamak isteyen Kydonialılar da sarayda 43 koyun ve keçi, 4 domuz, bir öküz ve bir kadın kurban etmişlerdi. Sonra artçı deprem gelmiş ve ilk depremin es geçtiği her şeyi yıkmıştı. Fakat o depremin arkasından yangın çıkmamıştı.  Ama Kydonia’daki kanıtlar, kurbanın kalıntılarının parçalara ayrıldığını ve kimse yemeye çalışmasın diye de parçalarının üstünün taşlarla kapatıldığını işaret ediyor. Şaşırtıcı olmamalı denmesinin sebebi de Yunan mitolojisinin insan kurbanıyla, özellikle de genç bakirelerin kurbanıyla ilgili hikayelerle dolu olması. Kıtlık ve doğal afet dönemleri, savaş başlangıçları öncesi Antik Yunanlar böyle uygulamalara başvuruyordu. Hikayelere bakınca kurbanların kaderlerine gönüllü bir şekilde boyun eğdikleri, mutlu olmasalar bile bir görev duygusuyla kabul ettikleri anlaşılıyor. Örneğin, Truva Savaşına doğru Kral Agamemnon, farkında olmadan Artemis’in kutsal geyiklerinden birini öldürmüş ve tanrıçayı öfkelendirmişti. Artemis de buna karşılık rüzgarları rehin almış ve Agamemnon’un gemilerini suda hareketsiz bırakarak kızı Iphigenia’yı kurban etmesini istemişti. Veya Theseus ve Minotaur hikayesinde de Girit Kralı Minos oğlunun ölümünü telafi ettirmek için Atinalılardan yedi genç kadın ve erkek göndermesini istemiş ve onları yiyeceği labirentine sokmuştu. Seçilenler de Ancient History Enchyclopedia’ya göre genellikle güzel ve bakire olurlardı. Bakirelerin günah keçisi olarak seçilmeleri miti muhtemelen Miken dönemine kadar gidiyor. Seçilen bu bakireler tanrılara karşı derin bir itaat ve bağlılık göstergesi olarak sunuluyor. Vahşilik ve vicdansızlıkla yapılan bir kıyım olarak değil, bir tür huşu ve saflık göstergesi, tanrılarla anlaşma göstergesi olarak ele alınmalı bu ritüeller.

Mikenlerin günlük yaşamlarında kullandıkları gıda maddeleri ve hayvanları kurban sunusu olarak kullandığı bilinmektedir. Metinsel veri niteliğindeki Pylos’ta ele geçen tabletler neticesinde, denizlerin hakimi tanrı Poseidon’a yapılan sunuların listesi bunu göstermektedir. Kurban olarak sunulan boğa ve keçinin yanı sıra libasyon sunuları sırasında un, şarap ve bal gibi gıdalarında kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle ritüeller arasında önemli bir yer tutan libasyon törenlerinde bir kap içindeki kan ya da sıvı yere doğru akıtılmaktadır. Bu sunular arasında koyun postları da göze çarpmaktadır. Diğer tabletlerden anlaşıldığı üzere kurbanlar arasında inek, dişi evcil domuz ve yaban domuzları bulunmaktadır; özellikle dişi hayvanlar kurban olarak seçilmişlerdir. Lineer B metinlerinde sunulan sıvılar altın kapların içerisindedir. Bu törenler sırasında elinde altın kaplarla tanrıya yaklaşan insanlar da kurban olarak tanrılara sunulmuştur. Mikenlerdeki cenaze törenlerinde ise günümüzde bazı toplumlardaki cenaze sonrası kurban kesme adetine benzer bir biçimde gerçekleştirilmiş sunularda çok sayıda hayvan da kurban edilmiştir.

Hinduizm’de hayvan kurban etme

Kurban Hinduizm’de çok önemli bir yere sahiptir. Vedalar’ın emrettiği dini hayat kurbanlar etrafında toplanmıştır. Tanrılar bile kudretlerini ancak kurbanlar sayesinde gösterebilmişlerdir. Kainatı yaratan kurbanlar olmuş ve gökte başlamıştır. Tanrılar’ın takdim ettikleri kurbanlar yeryüzündekilere (insanlara) örnek olmuştur. Hinduizm’de yaygın olan kansız kurbanlardır. Ancak yaz ve kış gün dönümleri münasebetiyle kanlı kurbanların da Tanrılar’a sunulduğunu görmekteyiz. Bu kanlı kurbanların en büyüğü ve özel bir tören gerektireni “Soma “kurbanıdır. Soma’da keçi ve inek gibi hayvanlar kurban edilmiştir. Hinduizm’de sunaklarda en iyi hayvanların kurban edilmesi ve etlerinin iyi kısımlarının yine burada bulanan ateşlerde yakılma geleneği vardır. Hinduizm’in bir özelliği de ölmüş/ölen kişiler için kurban kesme şartını getirmiş olmasıdır. Hinduizm’e göre, ölüler kurbansız aç kalırlarmış. Hinduizm’de gözlemlediğimiz ölüler için kurban kesme, Türkler’de ölenle birlikte atının da öldürülmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ata (ecdat) mağaralarına sunulan kurbanı da bu bağlamda düşünebiliriz. Belki de Eski Türkler’deki kansız kurbanlar ve “ıduk”lar Budizm’den kaynaklanmış olabilir. Türk Tarihi boyunca putperesliğe rastlanmadığı için; herhangi bir putun veya putların çevresinde sunak yerleri de oluşmamıştır.

Eski Türklerdeki matem/yas törenlerine “yuğ” dendiğini biliyoruz. Biri ölünce dini ve hukuki bir mecburiyet olarak bu yuğ töreni gerçekleştirilirdi.” Bir kimse ölünce cesedi çadırının içinde yere yatırılır. Bütün akrabası birer koyun, at veya sığır kurban ederler. Bunlar çadırın haricinde yerlere serilir. Sonra hepsi atlar üzerinde feryatlar kopararak çadırın etrafında yedi defa dönerler; ve kapıya gelince yüzlerini bıçakla yaralarlar; kan gözyaşlarına karışır. Cesedi gömmek için uğurlu bir zaman seçilmesi âdettir.

İlkel dinlerde büyük olasılıkla bir taş, bir kaya, bir toprak ya da taş yığını bu amaca yetiyordu. Kurban etme kurumsallaştıkça, tapınaklarda ve kutsal yerlerde özel sunaklar yapılmaya başladı. Kurban bunların üstünde kesiliyor, kanı akıtılıyor ya da cesedi yakılıyordu. Hellenistik dönem altarları anıtsal yapı niteliğinde olup heykeller ve kabartmalarla süslenmiştir. Örneğin Pergamo-Bergama, Zeus Altarı. Roma dönemi altarları ise köşeli ya da yuvarlak olabilmekteydi. Yunan tapınaklarında ölülere, tanrılara ve kahramanlara adanan kurbanlar için genellikle bir çukur ya da hendek kullanılırdı. Sunak, üzerine tanrılara sunulan yiyeceklerin konduğu bir masa biçiminde de olabilirdi. Bergama Zeus Sunağı bu tür yapılar içinde inşa edilen en görkemli örnektir. Tapınaklardaki ana etkinlik, açık alandaki bir altarda inananlar kalabalığının huzurunda adakların kurban edilmesiydi. Kurban altarın üzerinde yakılır, dumanının ve kokusunun gökyüzüne gitmesiyle, tanrıların Olympos-Olimpos Dağı’ndaki ikametgahlarına ulaştığına inanılırdı. Özellikle İ.S.II. ve III. yüzyıllarda Anadolu’nun kırsal kesiminde yaşayan ve Grekçe konuşan dindar halkın geleneksel Yunan inançlarından uzaklaştıkları dikkati çekmektedir.  Apollon Lairbenos Kutsal Alanı’nda nasıl bir tapınma yöntemi izlendiği tam olarak bilinmemekle birlikte, epigrafik malzemelerden edindiğimiz bilgiler doğrultusunda halk bu tür yerel tapınma merkezlerine, olağan ibadetlerini yapmak (Kurban kesmek, ilahiler söylemek vb.), tanrılardan yardım ve şifa dilemek, tanrılara şükranlarını sunmak, tanrıların emirlerini öğrenmek, kendilerine rüya veya kehanet aracılığı ile verilen emir gereğince adak sunmak gibi amaçlar ile gelmekte idi. Tamamen Roma İmparatorluk Dönemi’ne ait olan yazıtların çoğu MS.II. ve III. yüzyıllara aittir. Katagraphe adı verilen yazıt grubu Anadolu’da sadece Apollon Lairbenos Kutsal Alanı’nda tespit edilmekte ve bu yazıtlar aracılığı ile Apollon Lairbenos’a insan bağışlama şeklinde bir ibadet de karşımıza çıkmaktadır ki Apollon Lairbenos Anadolu’da bu tür bir ibadetin yapıldığı tek tanrı olma özelliğine sahiptir.

Mezopotamya orijinli olan günah çıkarma geleneği Anadolu’da oldukça eskilere dayanmaktadır. Anadolu’daki kökeni Hititlere kadar inen ve Hitit imparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte ortadan kalkan bu geleneğin, Lydia’da katakekaumene olarak adlandırılan volkanik bölge ile Phrygia’daki Apollon Lairbenos Tapınağı civarında yüzyıllar sonra tekrar ortaya çıkması din tarihi araştırmacılarının doğal olarak dikkatini çekmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun çöküşü ile birlikte ortadan kalkan bu tür yazıtların Roma İmparatorluk Devri’nde tekrar görülmesi bilim adamları, bu geleneğin bütünüyle kaybolmuş olması nedeniyle değil henüz yeterli epigraphik buluntunun ele geçmemiş olmasından kaynaklandığı şeklinde yorumlanmaktadır.

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply