Modern Dünya İnsanının Mutsuzluğu

Modern Dünya İnsanının Mutsuzluğu

Modern insan neden mutlu olamıyor? Neden yapılan hiçbir şey yeterli bir mutluluk sağlamıyor? Nasıl oluyor da çevremizde hayatından tam anlamıyla memnun olan ve gerçek mutluluğu yaşayan tek bir insan bile göremiyoruz? Yoksa aslında mutluluğu değil de mutsuzluğu mu arıyoruz?

Günümüzde insanın hayattaki en büyük amaçlarından birisi mutlak mutluluğa ulaşmak ve bunu sürdürebilmek olmuş durumda. Mutluluğu yakalamak için insanoğlunun denemediği hiçbir yol kalmıyor artık. Her yeni gün farklı yollara sapıyor, o yollarda yeni şeyler deneyimliyor ve deneyimledikleri geçici bir mutluluk hali yaratıyor. Ancak o mutluluk belli bir süre sonra bitince insan, mutsuzluğa kapılmamak için aynı döngüye tekrar başlıyor. Bu durumda da insanoğlu, asla gerçek mutluluğa ulaşamıyor.

Edward Hopper, “Automat”, 1927

Ancak modern insan, şunun farkına asla varamıyor;

Sürekli bir mutluluk arayışında olmak insanı mutsuz eden şeylerin en başında geliyor. Kişi, mutlu olmayı istedikçe bir beklenti hali içinde oluyor. Yaptığı her şeyin kendisine çok büyük mutluluklar, hazlar katmasını istiyor. Hayatındaki tüm mutlulukları bir anda yok etmesi gibi olmayacak hayallere kapılıyor. Ancak mutlu olmak isteyen bir insanın bu kadar büyük bir beklenti içinde olması, sonucun onu tatmin etmemesine ve istediği mutluluğu yakalayamadığını düşünmesine sebep oluyor. Bu da beraberinde mutsuzluğu getiriyor. Kişi, bunu hayatının her kesiminde gözlemleyebiliyor. Arkadaşlık ilişkilerinde, iş dünyasında, aile hayatında ve birçok alanda insanoğlu, büyük bir beklentinin sonucunu mutsuzluk olarak alıyor.

Edvard Munch, “Angst”, 1894

Tabii, modern dünya insanlarının mutsuzluk sebebini sadece beklentiye girmek oluşturmuyor. İçinde bulunulan sistemin getirdiği stres, baskı, kaos ve hızlı bir yaşam zorunluluğu bu mutsuzluğu arttırıyor. Saati döndüren küçük bir dişli çark görevi gören modern insan, sabah erkenden uyanıyor ve kısacık ömrünün büyük çoğunluğunu içinde çürüteceği, o önemli işlerine gidiyor. Kendini iyi hissetmese veya canı sıkkın dahi olsa mesaisini tamamlamak zorunda kalıyor. Çünkü kişi, iş hayatında bir insan değil; sistemin çarkını döndüren küçük bir köledir.

Modern insan, her gün yeni bir stres ve karmaşayla baş başa kalıyor. Daha doğrusu zorunda kalıyor. Her gün yeni bir sorunla uğraşmak ve bunu yönetmeye çalışmak, sevmediği insanlarla bile anlaşmak zorunda kalmak, insanların ister istemez yoğun stres altında kalmasına sebep oluyor. Bu yaşanılan her stres birikerek insanı içinden çıkamayacağı bir kaosa sürüklüyor. Sonucunda da kişi, aynaya baktığında kendini yıpranmış, yorgun ve bitmiş bir halde buluyor.

İnsanoğlunun bu hale gelmesindeki en büyük sebep ise;

Sistemin hızlı yaşamaya yönlendirmesi ve bu nedenle de modern dünyanın bir zaman yoksulu olup çıkması. İnsanlar, artık keyif aldığı şeylere ve sevdiklerine vakit ayıramıyor. Sistem, zamanın sadece kendisi için harcanmasını istiyor. Bu da beraberinde telaş halinde bir yaşamı ve mutsuzluktan yorgun hale gelmiş bir hayatı getiriyor. Çünkü ruh, bu hızlı yaşama ayak uyduramıyor. İnsan ruhunun arada bir durup dinlenmesi ve anın tadını çıkarması gerekiyor. Bir diğer deyişle, sanata, felsefeye, güzelliklere ve doğaya ihtiyacı oluyor.

Modern insanoğlu, tüm bunlardan kopmuş durumda. Artık sanata yeterince ilgi göstermiyor, felsefeyi okullardaki sıkıcı ders olarak görüyor ve etrafındaki güzelliklere kör bir şekilde bakıyor. Doğaya ise şehir tutkusu nedeniyle tamamen yabancılaşmış durumda. Üzerine insanı köle haline getiren bu sistem, bunlara ayırdığı kısacık zamanı bile çok görüp kendi için harcamaya zorluyor. Haliyle insan, sürekli bir koşuşturmaca içinde buluyor kendini. Bir kez bile kendiyle konuşamayacak hale geliyor. Kendiyle konuşamayan ise kendini, dertlerini anlayamıyor ve bir mutsuzluk haline giriyor.

René Magritte, “Les Regards Perdus”, 1927

Bu durumlardan kurtulabilmek için ise daha önceki bir yazımda bahsettiğim, karamsar filozof olarak da bilinen Arthur Schopenhauer, şu çözümleri sunuyor; sanata ve felsefeye odaklanıp mutsuzluğu hafifletmeye ve dünya maddiyatına fazla bağlı kalmadan yaşamaya çalışmak. Sanat ve felsefe, bu dünyadaki tüm dertlerin, sorunların çözümü zaten. Dünya maddiyatına bağlı kalmamak ise birçok insan için zor olsa bile maddiyata olan düşkünlüğü biraz olsun azaltarak yapılabilecek bir şey.

Son olarak yazıyı Arthur Schopenhauer’ın bir sözü ile bitirelim. “Doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. İşte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür.”

 

Melis Gizem Akkaya
Melis Gizem Akkaya
Articles: 19

Leave a Reply