Postmodernizm, Müşahedat ve Diğerleri

POSTMODERNİZM, MÜŞAHEDAT ve DİĞERLERİ

Türk edebiyatındaki postmodernizm tartışması, geçmişteki köklerinden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmamıştır. Türk edebiyatında modernizmi ve postmodernizmi anlamak için yapılması gereken ilk iş Tanzimat dönemi metinlerine müracaat etmektir. Yeni Türk edebiyatında bu bağlamda adını ilk anacağımız yazar Ahmet Mithat Efendi’dir. Ahmet Mithat, Müşahedat adlı romanında postmodern romanların neredeyse bütün konvensiyonlarını kullanır. Mesela kendisinin Felatun Bey’le Rakım Efendi adlı romanıyla metinler arası ilişki kurar. Henüz postmodern kavramının olmadığı yıllarda yayınlanan ve postmodern romanın bütün konvansiyonlarına sahip olan eserlerden biri de Falih Rıfkı Atay’ın yazdığı Roman adlı romandır. Bu eser, 1932’de yayınlanmış; o günkü edebiyat anlayışının çok üstünde bir eserdir. Bugün postmodern olarak adlandırdığımız romanlardaki anlatım tekniklerinin hemen hepsini Falih Rıfkı bu eserinde kullanmıştır.

İç içe geçmiş kurgularla örülü olan postmodern öykünün anlatım tekniklerinden biri de yazarın okuruyla söyleşmesidir. Gerçi, yazarın okurla sanki karşısındaymış gibi sohbet edip söyleşmesi Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerinde de görülür. Ancak Ahmet Mithat’ın okuruyla sohbet etmesinin, şakalaşmasının sebebi öykülerdeki kurgusallığı gizlemek ve okurda bir gerçeklik izlenimini oluşturmaktır. Oysaki postmodern öykü yazarı tam tersine metnin gerçek değil, kurmaca olduğunu hatırlatmak için okurla sohbet eder. Ahmet Mithat Efendi gibi Mustafa Kutlu da, amaç farklı da olsa, okuruyla sohbet edermişçesine ona soru sorar ve ondan alabileceği cevabı söyler. Okurun o anki olası duygu ve düşüncelerini dile getir.

Türk edebiyatında Tanzimat’la birlikte yer almaya başlayan roman o günden bugüne pek çok aşama kat etmiştir. İlk olarak Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelât’ında (1796) görülmeye başlanan roman tecrübesi, Taaşşuk-u Talât ve Fıtnat (1873) romanına kadar bu türden geçiş eserleri ile devam etmiştir. Romanımızda bir ilk olarak kabul edilen Taaşşuk-u Talât ve Fıtnat’dan sonra edebiyatımızın en çok eser verilen türlerinden biri roman olmuştur. Bu arada Ahmet Mithat Efendi başta olmak üzere pek çok önemli romancı yetişmiştir. Zamanla ilk dönem romanlarında görülen acemilik yavaş yavaş azalırken Ahmet Mithat Efendi’nin Müşâhedat (1890) romanında olduğu gibi natüralist roman yazma denemesi Türk romanının kalitesini az da olsa arttırmıştır. Romanda kullanılan teknikler artarak gelişirken Türk romanı bugünkü noktasına gelinceye kadar geçmişten aldığı tecrübeyi hep kullanmıştır. Klasik romandan modern romana geçişin ilk safhası olarak kabul edilen Servet-i Fünûn dönemi ile yeni bir ivme kazanan Türk romanı geçen zaman içerisinde postmodern tartışmalara kadar uzanan geniş bir yelpazeye sahip olmuştur.

Günümüzde postmodern edebiyatın temel özellikleri arasında sayılan birçok yöntem ve tekniğin aslında Tanzimat’tan sonraki süreçte edebiyatımızda kullanıldığı bilinmektedir. Ahmet Mithat Efendi’nin eserlerindeki üst kurmaca, romantik ironi söylemleri, natüralist ve deneysel anlatım tekniği, zaman kavramındaki sürrealist genişlemeler bile edebiyatımızın bugünkü durumunu, Tanzimat dönemindeki gelişmelere borçlu olduğunu ortaya koymaktadır.

Postmodern kuram edebiyat ve kültür dünyamızda üç şekilde göze çarpar. Mesela Murat Gülsoy ve Orhan Pamuk gibi yazarlar, postmodern bilince sahip isimlerdir. Onların eserlerinde postmodernizm teknikleri bilinçli olarak yer alır. Bu isimler birinci gruptur. Ahmet Mithat Efendi, Oğuz Atay, hatta Mustafa Kutlu gibi yazarlar da, post modern olma iddiası taşımadan, hatta postmodernizm kavramını bilmeden, bu kurama uygun metinler üretmişlerdir. Bu isimler de ikinci grubu oluştururlar. “Üstkurmaca”, “metinler arasılık”, “çoğulculuk” ve “oyunsuluk (deneysellik)” gibi anlatım tekniklerinin her biri bir metni postmodern hale getirir. Bilhassa Divan edebiyatımızda bu anlatım teknikleri çokça kullanılır. Mesela Mesnevilerdeki “sebeb-i telif” kısımları açıkça postmodern kuramdaki “üst kurmaca”ya denk gelir. Bu da üçüncü gruptur. Postmodernizm, Modern Türk edebiyatında işte bu üç halde yer almaktadır.

Postmodernizm; kuralsızlığın kural, ilkesizliğin ilke olduğu bir görüş açısı veya yaşam tarzını ifade eder. Herhangi bir nedenle, sizi ya da yaptığınız işi veya ileri sürdürdüğünüz fikirleri, şu ya da bu nedenle eleştirmeye, kategorize etmeye, yargılamaya kalkarlarsa, ‘Benimki postmodern bir yaklaşım.. Sen bunu nerden bileceksin ki?’ dediniz miydi, akan sular durur. Bu çıkışınıza cevap verecek adam zor bulunur.

Postmodernizm, 1980’den sonraki Türk edebiyatını meşgul eden bir tartışma konusu olarak gündemdeki yerini korumaktadır. Batı’da İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllar içerisinde eleştiri odağı haline gelmeye başlayan bu kavram, Türkiye’de gecikmiş modernite şeklinde ve tepeden inme bir kavram olarak gündeme gelmeye başlamıştır. Modernizm ve postmodernizm tartışmaları devam ederken yapılan araştırmalar ve ortaya konan eserler postmodernizmin edebî metinlerde kabul gören bir gerçeklik olduğunu gösterir.

Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılmasıyla ve hatta bunların yadsınmasıyla birlikte yürütülmektedir. Bu kavram 1960’lı yıllardan itibaren kullanılmaktadır. Postmodernizmi felsefede en iyi temsil eden düşünür Jean François Lyotard’dır. 1979 yılında Jean François Lyotard’ın “Postmodern Durum” adlı kitabıyla bir tartışma başlatmıştır. Postmodernizm, tek bir doğruyu reddederek gerçekliğin söylemler tarafından inşa edildiğini savunur.

Lyotard, postmodern durum adlı eserini bir tesadüf sonucu yazdığını belirtir. Bir rapor olarak en yüksek derecede gelişmiş toplumlarda bilgi üzerine hazırlamış ve Quebec Hükümeti Üniversiteler Konseyi’ne sunmuştur. Bu eseri bir uzman olarak değil felsefeci olarak yazdığını ve amacının sorgulamak olduğunu belirtir.

Bazı yazarlara göre 1943 yılı modernitenin bittiği varsayılan tarihtir. Nitekim temel olarak, Postmodernizm olarak anılan düşünce ve pratiklerin tamamının II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıktığı görülür. Kesin bir dönemleştirme yapmak ve tarihsel sınırları saptamak olanaklı görünmemekte; hatta öncüllerinin bizzat modernizm içinde yer almasıyla birlikte, Postmodernizm olarak ifade edilen süreci ve düşünceleri, tarihsel zaman dilimi açısından II. Dünya Savaşı sonrasından itibaren ele almak yerinde olacaktır. Fransa’nın II. Dünya Savaşı sonrası modernizme hızla geçip, yaşanan siyasal sorunların ayaklanmalara olan sebebiyle postmodernizmin bu sebeple burada güçlendiği söylemler arasındadır. Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve 1968 Paris olayları postmodernizme hız kazandıran diğer tarihsel olaylar arasında yer almaktadır.

Modern hayatın tekdüzeliğinden bunalan ve yaşam çizgisini farklı bir seyirde devam ettirmek isteyen insanlar, postmodern düşünce adı altında parçalanmışlık, yabancılaşma, aidiyetsizlik gibi kavramlarla tanışır. Dolayısıyla postmodernizmi sadece bir düşünce akımı olarak görmek yanlış olur. Din ve inanç algısındaki 2 yozlaşma, toplumları hızla dünyevileştirirken, insanlara istediği gibi davranma, istediği gibi inanma ve istediği gibi yorumlama özgürlüğü verir. Bu özgürlüğün topyekûn değer tanımaksızın kullanılması ve farklı bir yaşam çizgisi arayışları postmodern düşünceye kaynaklık eder. Postmodernizm, doyumsuzluk ve buna bağlı olarak sürekli bir arayıştır. Yeni heyecanlar ve yeni arzular peşinde olan insanoğlunun farklı olma çabaları postmodernizmi besler. Daha önce hiç görülmeyeni, hiç duyulmayanı, hiç tadılmayanı yakalamak isteyen birey postmodern süreçte yabancılaşma sürecine girer ve özne parçalanması yaşar. Bunda daha önceki değerlere olan güvensizliğin rolü büyüktür.

Postmodernizm; belli bir anlamda belli bir ideolojiyi ya da öğretiyi hedeflemez. Postmodernite, ne bir tarihsel dönem, ne de iyi tanımlanmış karakteristik özellikleri olan politik ya da kültürel bir eğilimdir. Tersine postmodernite; dış çizgilerini, moderniteyle ve moderniteye havale edilmiş sorunlarla problemi olanların, moderniteyi suçlamak isteyenlerin ve gerek modernitenin başarılarının gerekse çözümsüz açmazlarının bir dökümünü çıkaranların çizdiği, modernitenin daha geniş kapsamlı zaman ve mekânı içerisindeki bir özel kolektif zaman ve mekân olarak anlaşılabilir.

Postmodernizmin tanımında bir belirsizlik söz konusudur. Her yazar post moderni kendisi açısından belli bir yönüne ağırlık vererek tanımlama yoluna gitmektedir. Post modernizm bazılarına göre modernizmden bir kopuş olmaktadır. Bir kısım yazarlara göre ise modernizmin rafine edilmiş, ileri bir halidir. Kimine göre kolaj tekniği iken kimi de onu tarihin sonunu ilan eden akım olarak görüyor.

Günümüzde Postmodern bir durum yaşanmakta olduğu ileri sürülmektedir. Bu yaşanan süreç içinde aklın iflas ettiği, ideolojilerin tükendiği, mekân ve zaman anlayışlarımızın sarsıldığı iddia edilmektedir. Postmodernizm kısaca genel olarak bir belirsizliği ifade etmektedir. Tıpkı Antikçağ’dan sonra Batılıların bölgesel olarak Karanlık Çağlar dediği birkaç yüzyıl boyunca Doğu’nun yükselişe geçmesi gibi, şimdi de bir Postmodern Çağ, Modern Çağ’ın ardından gelmektedir.

Postmodernizmi belli bir ölçüde anlayabilmek için modernizmin anlaşılması gereklidir. Sıklıkla duyduğumuz modern kelimesinin ilk kullanım amacı, Hristiyanlık öncesi ve sonrası dönemi belirtmek için kullanılmıştır. Daha sonra Aydınlanma sonrası dönemi belirtmek için kullanılmaya başlar. Postmodernizm ister modernizmin devamı olsun isterse onun karşıtı her halükârda modernizmin getirdiklerini yapı bozumuna uğratır; diğer bir deyişle sorunsallaştırır.

Modernizm, sanayi devrimi ve makineler ile temsil edilir. Sanayi devrimiyle ortaya çıkan teknoloji sayesinde daha refah bir yaşam alanı ortaya çıkmıştır. Maddiyat daha ön planda olup maneviyat daha ikincil planda kalır. Teknoloji sayesinde kolaylaşan yaşam, sosyal yaşamda başlayan büyük dönüşüm insanı da değiştirmiştir.

Modernizmin kaybolmuş düşlerinin yerine; postmodernizm yeni bir ütopya koymak amacında değildi. Postmodernizm, yeni bir lisan, yeni kavramlar getirerek, modernist vizyonun gözden kaçırdığı açıları ve ufukları fark etmemizi amaçlamaktaydı.

Modernizm, modern sözcüğünden türeyen kavramlar arasında en kapsamlı bakış açısını oluşturur. Modernizm, insan yaşantısının hiç olmadığı kadar çıkar ilişkisine dayandığı bir süreci işaret eder. Modern düşünce pragmatik kaygılarla hareket eder. Üretimin sürdürülmesi ve buna karşın tüketimin de öncelenmesini esas alır. Modernizm aşkın düşünceyi dışlar. Bu nedenle somut dinamiklerle hareket eder.

Postmodern anlayışı modernizm üzerinden temellendirdiğimiz de modernizmde olduğu gibi postmodernizmde bilime olan karşıtlık sorunlu olacaktır. Ayrıca pozitivist bilim anlayışını reddedip görececilik hakimdir. Postmodern düşünce yapısı bilime değil, modernizmin bilime verdiği rolün aşırılığını eleştirdiğini söyler. Postmodernizm modern eleştiriyi merkeze alan bir toplum tasarımı olarak dikkat çeker.

Postmodernizmin hâkim olduğu dönemde, sanatçıların genel olarak modernizmin getirdiği kısıtlayıcı ve kuralcı bakış açısından sıyrılmaya çalıştığı görülmektedir. Bu dönem ile birlikte daha çok sezgi, duygu, yaratıcılık, fantezi ve hayal gücüne sahip eserler ortaya çıkmıştır.

Postmodern roman denilince ilk akla gelen dil oyunları düşüncesidir. Dilin gerçekliği temsil eden değil kuran bir yapı olduğu önermesinden hareket ederler. Postmodern romancılar, bu anlamda postmodern teorinin temsili sorunsallaştırma girişimini üstlenirler ve gerçekliği temsil etmekten ziyade anlam çoğulluğunu hedeflerler. Çünkü dil, postmodern anlayışa göre bir gerçekliği temsil etmez, belirli bir anlamda aksine gerçekliği kurar. Postmodern roman, tam da dile dair bu bilgi ile üretilen anlatıları işaret eder.

Çoğu postmodern romancıda, hem anlatıcının (yazar’ın) hem anlatının sürekli devrede olması, metin içinde birçok anlatıcı sese imkân verilmesi, anlatı içinde anlatıların iç içe geçmesi ya da anlatı içinde başka bir anlatının/ya da anlatıların izinin sürülmesi türünde ögeler görülür. Bu romanlarda yazarın geleneksel statüsünü kaybettiği ya da en azından bu statüsünün sorunsallaştırıldığı görülür.Temsilin yanı sıra yazarın konumu da sorunsallaştırılır. Bu noktada, “anlamı üreten okurdur” düşüncesi belirginlik kazanır. Bu önerme tamamen ona ait olmasa bile büyük ölçüde postmodern roman anlayışının düsturlarından biridir. Bunu bizde ve dünyada tam anlamıyla uygulayabilmiş sanatçı Ahmet Mithat Efendi’dir. Müşahedat adlı eseri dünyanın ilk üstkurmaca romanlarından birisidir.

Müşâhedât’ın postmodern bir roman olarak alımlanmasının öyküsü, Berna Moran’ın “İddialı Bir Roman: Müşâhedât” adlı yazısına kadar götürülebilir. Moran, Müşâhedât’ın yeniliğini üç başlıkta toplar: Birincisi, Ahmet Mithat Efendi’nin kendini romandaki kişiler arasına koyması; ikincisi romanın yazılma eylemine roman kişilerini de katması; üçüncüsü ise “romanın yazılışını romanın konusu haline getirmesidir. Ayrıca Moran, Müşâhedât’ın son özelliğini Lawrence Sterne’ün daha erken bir tarihte kaleme aldığı Tristram Shandy’de kullandığını söyler ve bu nedenle söz edilen iki roman arasında benzerlik olduğunu ileri sürer.

Postmodern düşünce yapısı karmaşık ve birçok felsefi akımı bünyesinde barındıran bir teori anlayışıdır. 20. yüzyılda önemli olan egzistansiyalizm (varoluşçuluk) postmodernizmi etkilemiştir.  Postmodernizmin evrensel olan tüm söylemlere sert reaksiyonları, bu söylemlerin belirli bir kültürden çıkıp dayatılması ve güce hizmet etmesi nedeniyledir. Evrensel olarak sunulan tüm öğretilerin dogmatikleşip baskıcı bir yöne doğru gitme kuşkusu bulunur. Evrensel anlatılar yerine her toplumun kendi perspektifleriyle ve ihtiyaçlarına göre oluşturduğu lokal söylemler vardır. Postmodernizmde, determinizm yerine indeterminizm getirilir. Tüm belirlenimci yasaları reddeder. Postmodern yaşam tarzı insanları yabancılaştırırken herhangi bir değere bağlı olmayan insanlar türetir.

Eklektizm hakimdir. Sentez yerini parçalanmaya bırakır ve bu parçalar bütünleştirilemez; ancak birbirine iliştirilebilir.  Genel geçer evrensel bütünlük yerine her türlü çoğulculuk tercih edilir. Milli ve evrensel kültür anlayışı reddedilir. Bütün otoritelere ve kuralcılığa karşı bir görüş vardır. Tek bir gerçek ve anlam vardır kavramı yerine çoklu gerçek ve anlamlar üzerinde durulur.  Zıt kutuplar bir arada kullanılır; geçmiş – şimdi, geleneksel – modern, sağ – sol vb. Din kavramına karşı daha olumlu bir tavır sergilenir.

Protogoras’ın ünlü olan “Her şeyin ölçüsü insandır.” söylemi anlaşıldığında post-modern söylemin insana dair bakışı da bir ölçüde anlaşılacaktır.

Başta Orhan Pamuk, İhsan Oktay Anar ve Hasan Ali Toptaş olmak üzere birçok postmodern Türk romancısının eserlerinde ironiye yer verdiği görülmektedir. Romancılarımız ironiyi geleneksel bağlamı dışında ‘romantik ironi, dramatik ironi, kozmik ironi’ gibi başlıklara örnek oluşturacak şekilde kullanmışlardır. Kavramın doğasına uygun olarak romanlarda örtük biçimde bulunan ironiyi gün yüzüne çıkarmak ve bunu postmodern anlatı estetiği çerçevesinde dile getirmek, Türk romanında ironik söylemi aydınlatmak açısından önem arz etmektedir.

Sosyo-kültürel hayatı bir tarafı bırakıp edebiyat bağlamında Türkiye’deki postmodern yansımalara baktığımızda, gerçek anlamda modernist-postmodernist açılımların Türk edebiyatında 1970’li yıllarda kendini göstermeye başladığını görürüz. Yani modern-postmodern nitelikli ilk metinler bu yıllarda yayınlanır. Başka bir ifadeyle ilk avangardist Türk romanları 70’li yıllarda başlar. Yıldız Ecevit edebiyatımızda modernist romanın öncüsü olarak Oğuz Atay’ın adını öne çıkarır. Ecevit’e göre bu manada adı anılması gereken ilk roman da “Tutunamayanlar”dır. Türk edebiyatında fantastik anlatım ve metinlerarasılık gibi modern / postmodern anlatım tekniklerine çokça yer veren romancılardan biri de Peyami Safa’dır. Berna Moran bu konuda özellikle Matmazel Noralya’nın Koltuğu romanına dikkat çeker. Yine Berna Moran Yusuf Atılgan’ın özellikle Anayurt Oteli için antiroman ve absürd terimlerinin uygun olduğunu düşünür. Bu terimler de modern /postmodern anlatılarla ilgilidir.

Postmodern edebiyatın özelliklerini öykülerinde çokça kullanan yazarlardan biri olan Bilge Karasu, Göçmüş Kediler Bahçesi adlı öykü kitabında iç içe geçmiş, özeti çıkarılamayacak, çeşitli dil oyunlarıyla (postmodern anlatıların ana meselesi dildir) bezenmiş, bir yapbozun parçalarını andıran metinleri okuyucuya sunar ve okuyucudan bu yapboz parçalarını kendilerince bir araya getirmelerini bekler. Karasu, aynı zamanda kitabın da ismi olan Göçmüş Kediler Bahçesi adlı öyküsünü on üç kısma ayırır ve bu kısımlar arasına masal diye isimlendirdiği anlatılar yerleştirir. Binbir Gece Masalları’nı andıran bu metinler birbirinden bağımsız olarak değerlendirilebileceği gibi birbirini bütünleyen parçalardan oluşan tek öykü olarak da okunabilir. Bilge Karasu benzer bir şeyi Kılavuz adlı romanında da yapar.

 

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply