Film incelemeleriİncelemeler

Zamanın sınırlarında bir aşk: The Fountain film analizi

Paylaş
Paylaş

Darren Aronofsky’nin deneysel ustalığı, “The Fountain” ile doruğa çıkıyor. Hugh Jackman ve Rachel Weisz’ın, kaderin sınırlarını zorladığı bu mistik bilim kurgu, seyirciyi inanılmaz bir yolculuğa çıkarıyor. Peki, The Fountain ne anlatmak istiyor? İşte cevabı…

Darren Aronofsky, bugüne kadar yönettiği – “Pi and Requiem for a Dream” – gibi birçok film ile ünlüdür. Ancak The Fountain “Kaynak” 2006 yapımı bu filmi, izleyicileri ve hayranları tarafından çok daha büyük bir başarı olarak görüldü. Hugh Jackman ve Rachel Weisz, üç tarihi dönemi kapsayan bu bilim kurgu filminde, kaderin ayırdığı iki aşığı canlandırıyor: 16. yüzyıl, günümüz ve gelecek…

THE FOUNTAIN FİLM YORUMU

Hikâyenin özü, karısını kansere kaybeden doktor Tommy Creo’yu anlatır aslında. Son anlarını karısıyla geçirmek yerine bu hastalık için bir çare bulmaya obsesifleşir. Çok uzun bir süre, bu, umutsuz, kuşkulu mücadeleye girişir. Karısı öldükten sonra bile onun anısını, kafasında uzun bir süre boyunca tekrar ve tekrar canlandırmaya devam eder. Onun artık yanında olmadığını kabul etmeyi reddeder.

Üç hikaye lineer bir biçimde değil, metaforik olarak düşünecek olursak eğer, bir mandala  gibi döngüsel, kıvrımlı bir desende anlatılıyor. Neticede üç zaman dilimi de birbirine dolanmış bir biçimde bizlere sunuluyor diyebiliriz. Tıpkı Jorge Luis Borges’in, öykülerinde yaptığı gibi, “The Fountain”, zaman, mekân ve nedensellik konusundaki günlük varsayımlarımızı yok sayar. Aklımıza kazınmış bu varsayımları, kafiyeli imgeler ve görsel metaforların poetik dilini kullanarak değiştirmeye çalışır.

THE FOUNTAIN (KAYNAK) FİLMİ NE ANLATIYOR?

The Fountain, zaman algımızı bozar. İlk kez izleyenlere, ‘Bu film ne kadar sürüyor?’ diye sorarsanız, çoğu kişi 2 saatten fazla olduğunu söyleyecektir. Aslında sadece 96 dakika, ama çok daha uzun hissettiriyor. Bunun iki olası nedeni var. İlk olarak, geniş bir zaman çizelgesi üzerinde üç hikâyenin anlatılıyor olması ‘epiklik’ hissine katkıda bulunur. İkinci olarak, film boyunca sürdürülen duygusal yoğunluk seviyesi, birçok izleyicinin sonunda oldukça yorgun hissetmesine de neden olabilir.

“Ölüm tıpkı diğerleri gibi bir hastalıktır ve bir tedavisi vardır. Ve ben onu bulacağım.”

Tom Croe, The Fountain

SONSUZ YAŞAM ARAYIŞI VE ÖLÜM SEMBOLİZMİ

Ebedi yaşam arayışı, tüm kültürlerde sürekli olarak görülen bir çabadır. Kutsal Kâse, kanser Tedavisi… Birisi mistik, diğeri bilimseldir. Ancak temelde aynıdırlar. Tomas, mistiği kovalayarak ormanda başlar filmdeki serüvenine. Ancak bilimi kovalarken – yani laboratuarda – son bulur hikayesi. Her iki durumda da amacı aynıdır: Ağaç ve ağacın gizemi…

Hikaye aynı zamanda yalnızlığı da ilginç bir biçimde konu alıyor. Ayrıca, en büyük korkularımızla yüzleşmek için kişisel bir yolculuk olarak da gösteriyor ölümü. Tüm bilimsel bilgimiz ve dini inançlarımıza rağmen, çoğu insan zamanı geldiğinde ölmekten hala korkar. Uzay yolcusu Tom gibi her şeyden yoksun bırakılmış bir şekilde, birey bununla kendi başına hesaplaşmak zorunda kalır. Bunu başkası bizim için yapamaz.

THE FOUNTAIN FİLMİNDE SEMBOLİZM

Işık – Filim ilerledikçe, zaman çizelgesinin ilerlemesiyle birlikte filmin daha aydınlık hale geldiğini fark edeceksiniz. Karanlık (orman), sönük ve nötr tonlar (laboratuvar) ve parlaklık (Xibalba)… Thomas, aydınlanmaya, korkularını anlama ve yenmeye yaklaştıkça –detaylı anlatmayacağım buraları ki siz de izleyin–  ışığın yoğunluğu da artıyor.

Altın – Altın renginin kullanımı arzu ve obsesyonu simgeler. Bu, özellikle Maya/İspanyol temasıyla uyum sağlar. Ayrıca “sahte altın” (fool’s gold) ile de bağlantılıdır; imrendiğiniz ama sonradan istediğiniz şey olmadığını fark ettiğiniz o şey.

Yıldız haritası – Çoğu insan kredilerle ilgilenmez, ama bu bilgiyi edinmeye değecek, inanın. İzlerken, arka planda zamanla ışık yığınlarının belirmeye başladığını görebilirsiniz. Bu aslında bilim insanlarının, Büyük Patlama’dan (The Big Bang Theory) sonra olduğunu düşündükleri spesifik bir şeyi simgeler. Maddenin hızla bir araya gelmeye başladığı ve sonunda bugün gördüğümüz galaksilere dönüştüğü söylenir. İşte bu ışık yığınları da evrenin bu dönüşüm ve değişim sürecini göstermek ister.

The Fountain fragmanı
Paylaş
Yazar:
Alara Ece Alper -

Alara Ece Alper, Ankara Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı öğrencisidir. Siyah Dergi’de yayınladığı kitap, dizi ve film analizleriyle okuyuculara farklı perspektifler sunmayı amaçlıyor. Gelecekte yazar olup kendi kitap serisini çıkartmak istiyor.

Yorum yaz

Bir yanıt yazın

İlgili içerikler
Film incelemeleriİncelemeler

Adaletin gölgesinde: The Merchant Of Venice (2004) ve Shakespeare’in sahnesi

Bir adalet terazisi düşünün, ama kefeler eşit değil. William Shakespeare’in en tartışmalı...

Film incelemeleriİncelemeler

Gone Girl film incelemesi: Evliliğin karanlık labirenti

David Fincher’ın Gone Girlü, yalnızca bir gerilim filmi değil; aynı zamanda evlilik...

Film incelemeleriİncelemeler

Anora – Sean Baker’dan modern bir Cindirella masalı

Sean Baker, Anora filmiyle bir kez daha altkültürlerin derinliklerine dalarak gerçekçi ve...

Film incelemeleri

Hayatın kıyısında bir adam ve anlam arayışı: Kirazın Tadı film incelemesi

Abbas Kiarostami’nin 1997 yapımı filmi Kirazın Tadı (Ta’m e Guilass), İran sinemasının...