Yaşayan Bir Yazı Makinesi: Stephen King
“Kurgu, yalanın içindeki gerçektir.” – Stephen King
1947 Maine doğumlu Stephen King Kara Kule, Esaretin Bedeli, Yeşil Yol, Doktor Uyku gibi nice eseriyle kalbimizde özel bir yere sahip. Kitaplarının çoğu beyaz perdeye uyarlanan yazar, ismini neredeyse her platformda bolca duyurmuştur. Stephen King’in, hayatta olup da kitaplarının en çok uyarlaması yapılan yazarlar kategorisinde Guinness Dünya Rekoru da bulunmaktadır. Başarılı yazar 1971 yılında Yazar Öğretmen olarak Hampden Akademisinde işe alındığında dergiler için kısa öyküler yazmaya devam etti ve roman fikirleri üzerinde çalıştı.1974 yılında Göz isimli ilk romanı yayınlandı. Daha sonra Medyum ve arkasından Mahşer isimli kitaplarını yayınlandı.
İlk yayınlanan romanı Carrie ise başarılı yazarın aslında 4. romanıydı. Karısı sayesinde çöpe gitmekten kurtulan Carrie, Beyaz perdeye uyarlanan birçok romanlarından sadece bir tanesidir. Stephen King eserinin ilk üç sayfasını çöpe atmışsa da karısı onları alarak Stephen King’i romanı tamamlaması için cesaretlendirmiş ve eseri biz okuyucularına kazandırmıştır. Carrie, Stephen King için bir dönüm noktası olmuştu.
Stephen King, kardeşiyle birlikte evinin tavan arasını araştırırken bulduğu H. P. Lovecraft kitapları korku hikayelerine yönelmesinde ilk etken olur. Stephen King’in 80’li yıllarda alkolizm problemi vardı. O yıllarda bazı romanlarını nasıl yazdığını hatırlamadığı birçok romanı olduğunu itiraf etmiştir. Bunlardan sadece bir tanesi Kujo adlı romanıdır.
Hikâyelerinin çeşitliliği ve alanın çok geniş olması, Stephen King okumaya nereden başlayacağımız konusunda bizi kafa karışıklığına sürüklüyor. Stephen King’in bir sayfada sanki o sahnede yaşıyormuşsunuz gibi sizi korkutup on sayfa sonra sizi ağlatabilecek bir yazım tarzı var.
Stephen King’in roman ve filmlerini çekici kılan, orta sınıftan saygın insanların sakin, sessiz dünyasını, merkeze uzak kasabalardaki pastoral hayatı, inançlı muhterem kişileri, doğanın olanca renklerini, kimi zaman insana en yakın canlı türlerini gerçekçi ayrıntıları ihmal etmeden kullanması oluyor. Üstelik korku klasiklerine göndermeler yapmayı, metnini aşırılıklardan korkmadan ama apaçık ve tamamlanmamış bir biçimde kurmayı da ihmal etmiyor. Estetik ile gündelik yaşam arasındaki uzaklığı yok ederek çağdaş ABD toplumunun kalbine ulaşıyor King, kapitalist toplumlarda yaşayan orta sınıfların evrensel endişelerini yakaladığı için etkilediği coğrafya genişliyor, bize kadar ulaşıyor.
King usta bir hikâyeci. Doğru ve yanlışın, iyi ile kötünün iç içe geçtiği dünyalar yaratıyor. Bildik aile krizlerini, bilinmezin verdiği korkuları, aidiyet duygusunu ele alıyor. Kafa kesmeler, Ebola, seri katiller, kitlesel cinayetler, internet üzerinden baskı kurma gibi olayların yoğun yaşandığı günümüzde, onun içgüdüsel hikâyeleri bize duygusal boşalma olanağı, hatta düzen hissi sağlıyor. Bazı kurbanların gerçek hayatta olmasa da romanlarda intikamı alınabiliyor. King olayları basitleştiriyor olabilir, ama bunu okuyucularını ya da kahramanlarını aşağılamadan yapıyor. Çok yazıyor olabilir, ama en iyi eserleri kalıcılığını koruyor.
King, büyük şöhretini ve sonrasında kazandığı servetini ise ilk kitabının tam 30 kez reddedilmesine borçlu. Kulağa çılgınca geliyor ama King, reddedilerek kariyerine müthiş bir başlangıç yaptı. Reddedilmek her zaman bize en olumsuz duyguları hissettirse de yapabileceklerimizi, maksimum düzeyde yapmamıza imkân sağlayabilir. Stephen King de şöyle diyor zaten: “Başkaları için ya da çok ünlü olmak için yazmadım ben. Yazdım çünkü yazmayı çok seviyordum.”
Göz (Carrie) adlı ilk romanı yayınlayalı tam 47 yıl olan Stephen King, birkaç neslin sevdiği bir yazar. Bu her yazara kısmet olacak bir başarı değil. Onu ilk romanından beri takip eden okurlarına nostaljik bir his verirken çağın okurlarının ilgisini çekecek yeni fikirleri her zaman bulabiliyor ve neredeyse her yıl bir kitap yayınlıyor.
Yorum yaz