Marquez ve Yüzyıllık Yalnızlığımız

Marquez ve Yüzyıllık Yalnızlığımız

Nobel Ödüllü Kolombiyalı Yazar Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanı, gerçeklik kavramına kattığı olağandışı boyutla, yayımlandığı 1967’den bugüne edebiyat dünyasındaki değerini korumaya devam ediyor. Marquez’in 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasını sağlayan roman, edebiyat dünyasına yazarın kazandırdığı “büyülü gerçekçilik” akımının en ihtişamlı örneğini oluşturuyor. Mihail Bahtin’in karnavalesk olarak ifade ettiği bu yapı, romanı; çokseslilik, heteroglossia, kronotop, menippos yergisi ve grotesk kavramlarıyla açıklama olanağı sunar. Bahtin’in edebiyat dünyasına kazandırdığı bu kavramların somut örneklerini Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık romanında görmek mümkündür. Yazarın bu romanı, büyülü gerçekçilik akımının başyapıtı olarak kabul edilir.

Fantastik edebiyatla karıştırılmaması gereken Büyülü Gerçekçilik akımının yanı sıra Kolombiya’nın da kutsal kitabı mertebesine erişmiş muhteşem ötesi bir roman Yüzyıllık Yalnızlık.

Nedir bu Büyülü Gerçekçilik derseniz, gerçekdışı bir olayın oldukça sıradan ve normal şekilde aktarılmasıdır. Ne karakterler ne de okur yaratılan dünya içinde bu gerçekdışı olayı garipsemez. Oldukça normal bir şekilde karşılar. Bu akım sadece edebiyatta bulunmuyor tabii ki. Büyülü Gerçekçilik akımı ilk defa resim sanatında ortaya çıkmıştır.

Büyülü gerçekçilik terimi, ilk olarak Alman sanat eleştirmeni ve tarihçisi Franz Roh tarafından, 1925 yılında yayımlanmış olan Nach-expressionismus, magischer Realismus: Probleme der neuesten europaischer Malerei (Dışavurumculuk Sonrası, Büyülü Gerçekçilik: Yeni Avrupa Resim Sanatındaki Sorunlar) isimli eserinde, dönemin Alman ressamlarının, konuları ve temaları hayal ürünü, fantastik ve rüyamsı niteliğe sahip çalışmalarını anlatmak amacıyla kullanılmıştır. Terim, edebiyatta ilk olarak, İtalyan yazar ve eleştirmen Massimo Bontempelli (1878–1960) tarafından kullanılmıştır. 1949 yılında yayınlanan El reino de este mundo (Bu Dünyanın Krallığı) adlı eserin önsözünde Latin Amerikalı yazar Alejo Carpentier (1904–1980) ‘lo real maravilloso’ (olağanüstü gerçek) kavramını ilk kez kullanmıştır.

Daha önce bu akım etkisinde bir eser okumamış kişilerin kafasında oturtabilmesi açısından bu türe edebiyat dışında iyi bir örnek, bence topraklarımızdan çıkmış en güzel olaylardan biri olan Leyla ile Mecnun dizisidir. Mecnun sanırım o dönem Leyla’yı etkilemek amacıyla Leyla’nın en sevdiği yazar olan Dostoyevski’nin kitaplarından birinin ilk basımını bulmaya çalışır. Bu konudaki çabasını nihayete erdiremeyince, rüyasına gelen ve sonradan kendi evlerinde yaşamaya başlayan Aksakallı Dede vasıtasıyla Dostoyevski’nin yanına gider ve kitabın ilk basımını getirmeyi geçtim, Dostoyevski’nin kendisini tutup getirir ve birlikte yaşamaya başlarlar. Dosto’nun ünlü kumar merakı yüzünden borçlanmasıyla birlikte koskoca Dostoyevski borçlarını ödemek için berbat bir Türk dizisinde senaristlik yapmaya başlar. Hiçbir karakter bu olayları garipsemez. Biz de “bu neyin kafası ya” desek bile aynı şekilde dizinin üstüne kurulduğu gerçeklikte bu olayı normal karşılarız.

Büyülü gerçekçilik, fantastik unsurlara bolca yer veren postmodern edebiyat kuramında merkez teşkil edecek akımlardandır. Köken itibarıyla, Latin Amerika’da doğmuş ve en önemli örnekleri Latin Amerikalı yazarlar tarafından verilmiştir. Dünya ölçülerinde incelendiğinde, üçüncü dünya ülkelerinin, Batı kapitalizmi, eğitimi ve teknolojisi ile karşılaşması sonucunda, bu ülkelerde edebiyat alanında büyülü gerçekçilik akımı görülmeye başlamıştır. Sömürgecilik sonrası söylemle ilişkilendirildiğinde, fantezi ve gerçek olmak üzere iki farklı özelliği birleştirmesinden dolayı melezlik (hybridity) ve ‘öteki’ kavramlarına değinilmesi eserin önemli özelliklerini teşkil eder. Üçüncü dünya ülkelerindeki insanın bireysel, toplumsal, ekonomik sorunlarını işlemek için kullanılan, dolayısıyla politik kaygı taşıyan bir akım olmuştur.

Büyülü Gerçekçilik denildiği zaman akla gelen romanların başında Sahilde Kafka, Alçaklığın Evrensel Tarihi, Yüzyıllık Yalnızlık, Dönüşüm, Süleyman’ın Şarkısı, Usta ile Margarita, Ruhlar Evi, Geceyarısı Çocukları gelmektedir.

Büyülü Gerçekçilik akımının Türk Edebiyatı’ndaki önemli temsilcileri Nazlı Eray, Latife Tekin olarak gösterilebilir. Aynı zamanda Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ve Peyami Safa’nın kimi romanlarında Büyülü Gerçekçilik akımının temel unsurları yer almaktadır. Büyülü Gerçeklik akımının etkisi ile yazılan Türk romanların başında Aşık Papağan Barı, Arzu Sapağında İnecek Var, Sevgili Arsız Ölüm, Berci Kristin Çöp Masalları, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Gulyabani, Amak-ı Hayal, Çengi gibi romanlar gelmektedir. Bunların yanında Yaşar Kemal’in Ortadirek eseri de sayılabilir.

Gelecekteki romanlarının başat tekniklerinden olan iç konuşmayı Joyce’den öğrenen Marquez, neden sonra okuduğu Virginia Woolf’un bu tekniği Joyce’den daha iyi kullandığını belirtmekten de geri durmamıştır. Yüzyıllık Yalnızlık‘ın “karnaval romanı”nın önemli örneklerinden biri olduğu çıkarımında da bulunabiliriz. Bir adım daha ileri giderek, Gabriel Garcia Marquez’in yalnızca Latin Amerika Edebiyatı’nda değil, dünya edebiyatında da bu geleneğin başarılı bir temsilcisi olduğunu da söyleyebiliriz.

Marquez’in kendi hayatından yola çıkarak kaleme aldığı Yüzyıllık Yalnızlık, gerçekçi anlatımının yanı sıra fantastik kurgusuyla dünya edebiyatının kültleri arasında yer alıyor. Yazarın iki yıldan daha kısa bir sürede tamamladığını dile getirdiği eser, kendisinin de ifadesiyle 15-16 yıllık düşünsel birikiminin eseri olarak onun çocukluk yıllarının sanatsal bir anlatımı niteliğini taşıyor.

Yüzyıllık Yalnızlık; Buendia ailesinin, yapılan bir büyü sonucu akraba evliliği nedeniyle 100 yıl süren bir lanetle yaşamalarını konu ediniyor. Bu evlilik yüzünden domuz kuyruklu olan ailenin, lanetin sona ermesi için tüm üyelerinin ölmesi gerekiyor. Kitapta laneti başlatan olaylar, iki akraba olarak anlatılan Ursula ve Jose’nin evlenmesiyle gerçekleşiyor.

Savaşlar, yolsuzluklar, devrimler, cinayetler, kahramanlıklar, salgınlar, dehşet verici olaylar, aşk… üzerine bir eser. Dünya üzerinde insanlığa dair her ne varsa bir örneğini bu kitapta bulmak mümkün. Bu küçük köyde ve aslında yalnızca bir soy ağacının gölgesinde geçen bu tarihi dahi belli olmayan olaylar adeta başından sonuna kadar küçültülmüş bir dünya tarihçesi gibi. Büyülü gerçekçilik anlatımı ise tıpkı destanlar gibi tarihi edebiyata dönüştürüyor. Bu yönüyle Yüzyıllık Yalnızlık’a bir modern destan yakıştırması da yapabiliriz.

Kitaba adını veren “yalnızlık” anlatımda o kadar yoğun hissediliyor ki köyün yalnızlığı, karakterlerin yalnızlığı ve hatta hayaletlerin bile yalnız oluşu okuyucuda derin bir etki bırakıyor. Öyle ki kitaptaki yalnızlığın bir anlatım biçimine dönüştüğü dahi söylenebilir. Bu bağlamda kitapta geçen sıradışı olayların ve bunların anlatım biçiminin okuru etkileyen ilk unsur olduğunu söylemek yerinde olur.

Yüzyıllık Yalnızlık, bana Latife Tekin ‘in Sevgili Arsız Ölüm adlı romanını anımsatır yer yer. Aynı hikâye kurguları, aynı büyülü anlatım, aynı gerçekdışı olaylar ve aynı hayalcilik… Sevgili Arsız Ölüm‘ü okuyanlar Yüzyıllık Yalnızlık‘ın nasıl bir roman olduğunu çoktan anlamışlardır bile. Ama her ikisini de okumayanlar için, Yüzyıllık Yalnızlık, gerçek olayların hayali kimliklere büründüğü, mucizevi olayların normal kabul gördüğü, Latin kökenli isimlerin yer yer birbirine girdiği, hatta kimi zaman karakterlerin birbirine karıştığı enteresan ve bir o kadar da okuması zevkli bir roman. Sevgili Arsız Ölüm’e benzer şekilde, Büyülü Oyuncakçı Dükkânı’nda, Angela Carter, gerçekçi unsurları fantastik olanlarla en iyi biçimde birleştirmekte ve fantastik olanı okuyucuyu şaşırtmayacak biçimde sunmaktadır. Carter’ın kullandığı fantastik unsurlar, “olağanüstüyü ve imkânsızı içerse de günlük yaşamla, diğer bir deyişle gerçeklikle mutlaka bağlantısı olacak şekilde kurgulanmıştır. Sevgili Arsız Ölüm bir yandan Orta Asya Türk inanışlarına, Türk destanlarına, geleneksel Türk anlatılarına yaslanmasıyla gelenek içinde anlam kazanır ve bu geleneksel birikimin aktarılmasında Marquez model olarak seçilerek, klasik gerçekçi çizginin dışına çıkılır. Büyülü Oyuncakçı Dükkânı ise, olay örgüsünde nedensellik bağını gözetmektedir. Eser, Sevgili Arsız Ölüm’den farklı olarak, birbiri ardı sıra akıp giden küçük olaylar dizesiyle oluşturulmamıştır.

İlk bakışta, Yaşar Kemal’in Türkiye’de 1950’li yılların çıplak gerçeğini resmettiği Ortadirek’i ile Marquez’in kurgusal bir mekânın bilinmeyen bir zamanda başlayıp yine bilinmeyen bir zamanda rüzgârla savrulan öyküsünü anlatan Yüzyıllık Yalnızlık’ı arasında benzerlik kurmak güç görünmektedir. Ancak, iki romanın da bir ailenin özel hikâyesi üzerinden toplumsal gerçeklere ışık tutuyor oldukları gözden kaçmaz. Marquez ve Kemal ele alınan eserlerinde toplumun yeterince temsil edilmemiş kesimlerinin seslerine kulak vermişlerdir. Her iki yazar da sıradan insanların resmî tarihin sayfalarının dışına itilmiş hikâyelerini üçüncü tekil şahsın perspektifinden işlemiştir. Her iki yazar eleştirmeyi amaçladıkları toplumsal sömürü düzenini fantastik olaylarla süsleyerek yazmışlardır. Diğer deyişle, hem Marquez, hem de Kemal ülkelerini derinden etkileyen toplumsal sorunları büyülü bir masala dönüştürerek okurun nazarına sunmuşlardır. Yazarlar bunu yaparken büyülü gerçeklere başvurmuşturlar. Kemal’in Ortadirek’i ile Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ı arasındaki bir diğer benzerlik romanların ana kişilerinin insan olmayışında yatar.

Ortadirek ve Yüzyıllık Yalnızlık roman kişilerinin uzam ya da zamanda göçü, yazarların “sessiz” sömürü düzeni eleştirileri ve dillerinin zenginliği bakımından benzerlik gösterirler. Sanatçılar toplumsal gerçekleri fantastik öğelere başvurarak ele almıştırlar. Kemal’in romanı tek bir toplumsal olguya odaklanırken, Marquez’in eseri Kolombiya’nın tarihinde belirleyici olmuş birçok olayı kapsar.

Mitos yaratma stratejisi, üçlemenin diğer kitapları Yer Demir Gök Bakır ve Ölmez Otu’nda daha da belirgindir. Toplumsal sömürü düzeni ve çetin doğa koşullarına karşı naçar kalan köylüler ancak tutunacak bir mitos yaratarak gerçekle başa çıkabilirler. Öyleyse Kemal’ın eserleri, destan ve mitlerle bezenen büyülü gerçekçi eserlerdir. Bu hâli ile Ortadirek, büyülü gerçekçilik akımının işlerlik kazandığı bir göç romanı örneği olarak okumaya elverişlidir.

“Yüzyıllık Yalnızlık’ın hakkıyla, belki de Latin Amerika romanları içinde en iyisi olduğunu iddia edilebilir; böyle bir iddia yerinde olacaktır, çünkü Buendía ailesinin öyküsü açıkça, Bağımsızlık’tan bu yana kıta tarihçesi için, yeni sömürgeci dönem için bir metafordur. Bunun ötesinde, inanıyorum ki, aynı zamanda Latin Amerika tarihine ilişkin mitlerin de üstünde bir öyküdür.

Eser Odysseus ile kıyaslandığında Odysseus, Troya’dan ilk ayrıldığındaki insan değildi artık: Yeni ve dönüşen birtakım değerlerin farkına varmıştı. Böylesi bir gelişim, iddia edilebilir ki, Buendíaların katlanamayacağı bir gelişimdir ve onların kaderi pekâlâ kendi mizahi hayal güçlerinin başarısızlığıyla bağlantılı olabilir.

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply