Carl Gustav Jung kimdir? “Dışa Bakan Rüya Görür İçe Bakan Uyanır” kitabından alıntılar ve yorumlar

Yeni bir yazar tanımak… Başlarda oldukça sancılı bir süreçtir değil mi? Hele ki uzun zaman sonra okuma rutininize dönerken ya da o rutinin dışına çıkmak, yeni türler keşfetmek istediğinizde… Peki, sizlere bu aşamada ‘yazarın yazıları ile mi ilk bağlantıyı kurmayı sevenlerdensiniz yoksa ilk önce kendisini tanımayı mı?’ desem ne dersiniz?

Yukarıdaki soruya cevap verecek olursam, “Sürece göre değişkenlik gösterir.” derdim. Çünkü okuma sevdalısı olanlar bilir ki, her kitapla kurduğumuz bağlantı farklıdır. Bazen bir kitap, bize kendini öyle sevdirir ki; sadece kendini sevmekle kalmayız, yazarına karşı da bir sempati besleriz. Hatta yazarın diline aşina olduğumuz için çoğu zaman güzel ve bizi iyi hissettirecek bir şeyler okumak istesek ilk çıkışımız, o olur.

HER SAYFA YENİ BİR SERÜVEN

İşte bu sürecin ilerleyen aşamalarında artık yazarı, yazılarının dışında biri olarak merak etmeye ya da o yazıları yazarkenki perspektifini inceleme isteyi yatıyor. Tabi eklemeden geçmeyelim, birçoğumuzun hep okumak istediği ama her seferinde de gözünde büyüyen bazı kitapları vardır. Belki de diğer okuyucuların söyledikleri sizi bir ön yargı tuzağına düşürür. Bu anlarda da “o” kitaptan önce yazarın ya da kitap hakkında yazılmış inceleme kitaplarını okumak, oldukça güzel bir seçenek olabilir.

KİTAP OKUMANIN BÜYÜLÜ DÜNYASI

“Bunlardan neden bahsediyorsun ki?” Diyenlere ithafen, ben de bu süreçlerden geçen bir okuyucu olarak okuduğumuz ve okuyacağımız her kitap ayrı bir süreç, ayrı bir maceradır. Hatta çoğu kitabın da okunmak için doğru zamanı olduğuna inananlardanım. Çünkü geriye dönüp bakınca okuduğum her kitabın hayatımın o ânı ile özdeşleştiğini ve bana bir mesaj verdiğini görüyorum. Bu sebeple bazen romanlar sizi yeni maceralara yeni yazarlara sürükleyecek bazen de siz yazarın zihnini merak edip yavaş yavaş o maceraya atılmak isteyeceksiniz. Hepsi bir süreç ve pes etmeden hep ilerlemeniz gerek hatırlatmasında bulunarak yazıma başlamak istedim.

Evet.. Başlıktan da görmüş olduğunuz üzere bugün, burada Jung’un düşüncelerine dokunacağız, keşfedeceğiz. Giriş bölümünde bahsetmiş olduğum şeyler ışığında; ben, genellikle alan içi okumalarda yazarların yazmış olduğu kitaplarda fikirlerini ya da ne hakkında, ne için bahsettiklerini anlayabilmek adına ilk önce onları tanımayı tercih ediyorum.

İşte, Carl Gustav Jung ile tanışma kitabımı da bu şekilde belirlemiş oldum.

JUNG VE FREUD: DÜŞÜNCELERİN SAVAŞI VE RUHUN KEŞFİ

“Dışa Bakan Rüya Görür İçe Bakan Uyanır” öncelikle ismi ile bile oldukça etkileyici bir kitap. Aslında Jung’un hayat ve psikoloji felsefesini tek bir cümle ile özetliyor. Bu yazı kendisi hakkında yapılmış biyografi yazısı olmamakla birlikte bahsetmeden geçmek istemeyeceğim ve bana göre onu Carl Gustav Jung yapan bir dönemi var. Kariyerinin başlarında Freud ile uzun seneler çalışmıştır. Hatta sadece çalışmakla da kalmayıp birlikte çok güçlü bir dostluk bağı da kurmuşlardır. Freud onun için bir “baba” Jung ise bir “oğul”dur. Aynı zamanda beraber, “rüya”ve “bilinçaltı” adlı psikolojideki iki önemli konunun da temellerini

oluşturmuş, bizzat beraber kendi rüyalarını incelemişlerdir. Kırılma noktası ne zaman ortaya çıktı diyecekseniz, ipleri koparan en önemli nokta; Freud’un büyük bir Aydınlanma dönemi hayranı olup, o dönemin tüm bilimcilerinin benimsediği -bana göre- hataları benimsemiş olmasıdır. 

İNANÇ, AKIL VE SORGULAMA

Aydınlanma dönemi bilimcileri; Reform hareketleri ile, insanların iyi niyetlerle bağlı oldukları inançlarının özgürlüğünü, yine insana teslim etmiştir. Fakat, artık büyük bir kesim de vardır ki bu inanç sömürüsü onları bir sorgulamaya ve “Akıl” denen şeyin farkına varmalarına, ona büyük bir kudret ile sorgusuz sualsiz bağlanmalarına sebebiyet vermiştir. Yani aslında eleştirdikleri şeyi yapmışlardır diyebiliriz. Freud’da ortaya koyduğu çalışmalarının “kesinlikle bilimsel olduğunu” (hatta bu konuda oldukça katıdır.) ve sorgulanmaması gerektiğini söyler. Çalışma hayatının olgunluk evresine doğru bu konuda daha da eleştiriye kapalı olmaya başlar. Jung ise bu fikre tamamen karşıdır. 

Fikirlerini Freud ile çekinmeden paylaşır. (Mektuplarında gayet net bir şekilde görebilirsiniz.) O, “Sorgulanmamış hayat, yaşamaya değer değildir.” Felsefesi ile ruhumuzu yani mistik tarafımızı ve bilinçaltımızı daima incelemeye ve sorgulamaya devam eder. Ancak bu şekilde kişi kendini keşfedebilir ona göre. Kısa bir girişten sonra eğer herkes hazırsa, artık sevgili okurlar Jung ile tanışabiliriz

Umuyorum ki yazının devamında da kendisini sever ve onun hayatı /eserleriyle tanışmak istersiniz.

‘DIŞA BAKAN RÜYA GÖRÜR İÇE BAKAN UYANIR’ ALINTI VE YORUMLAR

“İnsan bir muammadır. Bir yandan dış dünyanın beklentilerine göre üstümüze geçirdiğimiz, içine sığmaya çalışırken çekiştirip durduğumuz kıyafetler, öte yandan zihnimizin ürettiği düşünceler, biyolojimizin dayattığı dürtüler, uykumuzda bile duyduğumuz derinlerden gelen gümbürtüler…

Hangisini dinleyeceğiz? Kendimizi mi, dış dünyayı mı, yoksa yeraltından gelen sesleri mi?”

“İnsan, her elini attığı şeyde sonsuz mutluluğu ve bütünlüğü yakalamanın derdinde.”

Şöyle bir durup, geriye yaslanıp az önce okuduğunuz yazıyı düşününce, gerçekten de öyle değil mi? Bir kere var olduğumuz şu uzun gibi görünen ama kısacık olan hayatta, hep bir koşuşturmaca içinde değil miyiz? İş-ev- ya da okul-ev ve arada (insan olduğumuzu hatırlayıp) bir kaçamak yapıp sevdiklerimize vakit ayırmak döngüsünde yıllarımız, günlerimiz geçiyor. Tüm bu çaba ise gün sonunda ne için; “mutlu” bir hayat için. Çok para kazanmak için iyi okumalıyım, doğru hamleler yapmalıyım, çok para kazanırsam da istediğim her şeyi elde edebilirim. İşin kısası meta hayatı içinde var olma çabası. 

Tabi ki de elimizin tersiyle her şeyi bir kenara atamıyoruz. Sonuç olarak Dünya’nın düzeni bu ise ayak uydurmakla mükellefiz. Sadece bu yazı bizlere, şu an bunu okuyan herkese bir hatırlatma olsun: İçinde debelendiğimiz tüm bu hayat koşuşturmacasının bir noktasında bizler, sadece insanız. Elinde olan her şey sana ödünç verildi ve bir amaç uğruna verildi. Hayat, mutluluklarla dolu olduğu kadar acı, hasret ve kederle de dolu. Kızgınlıkla da dolu. İhanetle de dolu. Sonsuz mutlulukta, bütünlükte senin içinde, kalbinde.

“Your vision will become clear only when you look into your heart.” (Kitabın başlığının İngilizce orijinal hâli)

“Nereye gittiğimiz önemlidir ancak aynı derecede önemli olan bir diğer şey de nereye kimin gittiğidir.”

Yola çıkarken fark etmiyoruz bile, kimdir yanımıza aldığımız?

Buraya kadar okuduklarımda Jung, bana geleneksel teorik sosyolojinin; Moderniteye yapmış olduğu eleştirilere benzer fakat bir o kadar da farklı açılardan ya da farklı bir tabana dayanarak (mesela kendisi psikoloji bilimini kullanarak) eleştirmiş olduğunu düşündürttü. Aslına bakacak olursak ele aldığı bazı noktalar, özellikle Freud üzerinden yapmış olduğu bilim eleştirisi birebir bizim -sosyoloji disiplini olarak- çağrımız ile örtüşmekte.

Ona göre insanın kendini keşfediş serüveninde belirsizlik, insanı sorgulatır, onu hep düşünmeye ve cevapsız sorulara cevap aramaya iter. Fakat netliğin vermiş olduğu güven, insanı hantallaştırır. İşte tüm bunlar bizi şu paragrafa götürür;

“Jung bize bir bireyleşme süreci vaat eder. Onun kurduğu psikoloji ekolünün özü budur. İnsan karmaşıktır ve onu ortaya çıkaran katmanları tam anlamıyla çözmek imkansızdır, insan bu nedenle bir muammadır. Ancak yine de hayatta işler yolunda gitmediğinde başkalarını suçlamak yerine kendi doğamıza bakabiliriz. Bizi üzen, inciten ya da yaralayan şeylerin çaresinin yine kendimizde olduğunu anımsayabiliriz. Bu tek kişilik bir yolculuk da değil üstelik, bütünleşmeyi, bireyleşmeyi başaran sağlıklı bir toplumun gelişmesini de olanaklı kılar.”

“Her bir bireyi tek tek toplayarak tek bir insan hâline getirmeye kalktığımızda bütünün de tıpkı tek bir insan gibi davrandığını görürüz” der Jung.

CARL GUSTAV JUNG KİMDİR?

Bu bölüm içerisinde kitabın “Carl Gustav Jung Kimdir?” adlı bölümünden kendisi hakkında biyografik bilgilerden ziyade mesleki kimliği hakkında olan ve ilgimi çeken alıntıları sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.

“Kompleks psikoloji kavramı: Jung’un ortaya koyduğu belirli bir konuyla ilintili bir grup düşünceye karşılık gelen terim.”

“Freud’un ortaya koyduğu modern psikolojiyi bir kuyuya benzetirsek, Jung bu kuyuyu daha da derin kazan kişidir.”

“Tüm yaşamı boyunca ‘inanmayı’ değil ‘deneyimleyerek anlamayı’ seçmiştir.

“Ursula Le Guin onun için ‘Sanat hakkındaki görüşleri sanatçılara en yakın gelen psikolog’ demiştir. Bu yüzden de kurduğu psikoloji ekolünün yansımaları sadece psikanaliz ve terapiye değil sanata,

sinemaya, sosyolojiye, antropolojiye, teolojiye, fiziğe ve edebiyata da yansımış, onlarca sanatçıya, bilim insanına da ilham olmuştur.”

İşte belki de bu yüzden Jung’da kendime ait bir şeyler buldum. Hem temelimi atmış olduğum alanım olan sosyolojiye hem de hayata ve mesleki olarak yaklaşımıma bu kadar yakın oluşu beni kendisi hakkında bu yazıyı kaleme almaya itti.

“Bana hikmet sahibi ya da bilge denmesini kabul edemem. Birisi bir ırmaktan bir avuç su çıkardı. Ne anlamı var? Ben o ırmak değilim, ben o ırmaktayım ve hiçbir şey yapmıyorum. Başka insanlar da orada ve çoğu onunla bir şeyler yapmak zorunda olduklarını hissediyorlar. Bense hiçbir şey yapmıyorum.

Kuru dalların üzerinde güller açtırması gereken kişi olduğumu hiç düşünmedim. Durup doğanın neler yapabildiğini hayranlıkla izliyorum.”

“Yıllar sonra ‘Hayatın anlamı nedir?’ sorusuna verdiği yanıt: “Kollektif bilinçdışını keşfetmem” olacaktı. Kırmızı Kitap’ın tamamını Nietzsche’nin Böyle Buyurdu Zerdüşt’ünden hareketle benzer bir anlatımla 16 yılda şekillendirecek ve Nietzche’nin “Öldü!” dediği Tanrı’yı kendi ruhunda canlandıracaktı.”

Onun adını duyunca aklımıza gelen ilk şeylerden biri bilinçdışı kavramıdır. Fakat onun psikolojiye dahil ettiği bu kavram ile Freud’un bastırılmış duygulardan oluşan kişisel bilinçdışı kavramı ayrışır. Kişisel bilinçdışı dediğimiz bu bastırılmış duygular dışında bilinçte var olmayan dolayısıyla bastırmayla da ilgili olmayan kompleksler söz konusudur ve Jung, bunları “kolektif bilinçdışı” olarak adlandırır. Ona göre kolektif bilinçdışının bizim ile kurduğu iletişim kanalı rüyalarımızdır. Rüyaları anlamlandırarak başladığı bu serüvene Freud ile ele ele iki dost, usta-çırak, baba-oğul olarak başlasalar da Jung, artık daha derinleri keşfetmek ve sorgulamak ister. Freud’un ilahlaştırmaya çalıştığı bir psikoloji bilimini reddeder. İşte bilimizimden kaçışı, eleştirel ve sorgulayıcı tavrı ile bir sosyolog gözüne sahip olan ben ile Jung’un psikolojisi arasında çok güçlü bir yakınlık olduğunu keşfettim.

“BUGÜNÜN MODERN İNSANI ESKİNİN İLKEL İNSANINDAN DAHA ÇARESİZ VE YALNIZDIR.”

Sanırım tüm kitap içerisinden en sevdiğim ve doğruluğunu bizzat yaşadığım sözlerinden biri. Zamanilerledikçe kültürel, teknolojik vs tüm imkanlarımız olarak her ne kadar ilerlediğimizi düşünsekte, hiçbir şey karşılıksız değil. Sahip olduğumuz şeyleri alırken insanlığımızdan, duygularımızdan ve vicdanımızdan da bir parça kaybediyoruz. Zenginleri düşünün mesela ne derler hep, “Tüm bu şatafatın, malın mülkün içinde yapayalnızım.” Çünkü herkes ona sahip olduğu imkanları çerçevesinde ilgi duyar. Ya da insanların dikkatini çeken ilk şeylerden biri bu’dur. Onun kim olduğu, ne düşündüğü geri plandadır. İşte bu örneğin ışığında; artık her birimiz böyleyiz. Dışarı adımınızı attığınızda gördüğünüz herkes dış dünyayla uzlaşma çabası üzerine taktığı maskeleriyle, personalarıyla dolaşır. Çünkü binbir çeşit renkte ve güzellikte çiçeklerin olduğu bir bahçede yaşadığını düşünen insan artık, bahçede “göremediği” yabani otların farkına varır. Ve…

“Var olan tek gerçek tehlike insanın kendisidir. İnsan en büyük tehlike ve gülünç bir biçimde bunun farkında değiliz. İnsan hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. İnsan aklı incelenmeli çünkü tüm kötülüklerin kaynağı orada.”

Okuyunca sizin için olduğu kadar benim için de oldukça çarpıcı gelen bir söz oldu. Çünkü direkt olarak insanı parmak göstererek, bu durumun kaynağı olarak itham etmek, bir fani olarak dehşet verici hissettiriyor olması gerek. Fakat ne yazık ki ister tarih kitaplarını inceleyin, ister felsefe hatta isterseniz fizik; yüzyıllar boyunca ne yapıyorsak insan çeşitli kimliklerin “personaların” ardına saklanarak tüm bunları hep kendi kendine yapıyor.

Yaşadığımız her şey savaş, deprem, ekonomik kriz, aynı zamanda da kazandığımız başarılar bizim ürünümüz, kendimize ya bir derdimiz ya da bir hediyemiz.

Yazımın sonuna doğru gelmişken okuduğum en ilgi çekici kitaplardan biri olduğunu söylemeliyim. Kendisi ile tanışma kitabım olması sebebiyle hem daha kolay okunacak hem de beni yoğunluğu ile korkutmadan okuduğum şey hakkında temel bir bilgi verecek tarzda bir kitap ararken Destek Yayınları ile karşılaştım. İçeriğindeki görseller anlatılan teknik ve soyut şeyleri daha kolay algılamamı, yazıların dizaynı ise görsel açıdan okumamı daha da kolaylaştırdı. İlaveten kitabı okurken çoğu kez karşımda biri ile sohbet ediyormuşum gibi hissettim. Sanki ona anlatacak benim de bir şeylerim vardı. Bu sebeple okurken hep sayfalara naçizane kendi notlarımı iliştirdim ve sonunda fark ettim ki bunu bir şekilde başkalarına aktarmalıyım. Buraya kadar bana eşlik edip sohbetime ortak olduğunuz için teşekkür ederim ve sözlerimi son kez Jung’dan bir alıntı ile sonlandırmak istiyorum.

“İNSAN İKİ DÜNYA ARASINDA DURUR.”

Dış dünyanın beklentileri ve dayattıkları, iç dünyanın çağrısı ve zorlantıları. Ama bir anlamı olmalıdır yaşamanın, varoluşun, gündüzün ve gecenin deviniminin.”

Peki sizce, bir çıkış kapımız var mı?

sudepamukcu
sudepamukcu

Çeşitli sayfalarda İçerik Editörlüğü yapmış olan Pamukçu, Uludağ Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğrencisidir. Haziran 2023'den bu yana Siyah Dergi yazarıdır.

Articles: 11