Kaygı (Anksiyete) ile Yaşamak

Kaygı (Anksiyete) ile Yaşamak

Kaygı nedir? Bedenin ve zihnin, korku verici veya tehdit edici bir duruma karşı verdiği ruhsal ya da fiziksel bir tepkidir. Bir başka deyişle günlük hayatta her insanın yaşadığı, hissedilmesi normal ve sağlıklı olan bir durumdur. Okulda sınıf arkadaşlarımızın önünde sunuma çıkacağımız zaman ya da bir toplantıda birçok kişinin önünde önemli bir konuşma yapacağımız zaman hissettiğimiz bir duydu.

Her ne kadar bu duyguyu hissetmeyi sevmesek de aslında kaygı, bizi olası tehdit edici olaylara karşı daha hazırlıklı hale getirir ve bu sayede bizi endişelendiren durumları güçlü bir şekilde atlatmamızı sağlar. Aslında hissettiğimiz bu duygu, bizim için oldukça yararlıdır. Ancak her şeyin fazlasının zararlı olduğu gibi fazla kaygılanmak da zarar vericidir.

Son birkaç aydır içinde bulunduğum durumdan dolayı yazacak konu bulmaktan zorluklar yaşıyordum ve bu nedenle de uzun bir düşünme sürecine giriyordum. Bu ay da üzerine düşünmeye başladığımda aklıma kaygıdan hissedebileceğim geldi. Bu konuda herhangi bir profesyonel geçmişim olmamasına rağmen yıllardır kurtulamadığım bu durumdan ve bir insana neler hissettirebileceğinden bahsetmek istedim. Çünkü ne yazık ki insanlar tarafından önemli görülmeyen kaygı bozukluğu, bunu yaşayan insanlar üzerinde çok büyük bir etkiye sahip. Öyle ki, bu konuda kendini yalnız hissetmek bile daha kötü sonuçlar doğurabiliyor ve kişiyi intihara kadar götürebiliyor. Bu nedenle bu yazıda hem kendi içimi dökmek hem de aynı durumları yaşayan insanlara ufak bir destek verebilmek istedim.

Az önce de bahsettiğim gibi kaygılanmak normal bir duygudur ama bunun fazlası insana zarar verir. Kişiyi fazlasıyla rahatsız eder ve günlük hayatını devam ettirmesini zorlaştırır. Herkes için çok basit görünen bir işi, üzerine çok düşünüp endişelenmekten dünyadaki en zor şey haline gelir. Örneğin; basit bir eylem olan bir insana selam vermek bile kaygı bozukluğu yaşayan bir kişi için çok zordur. Çünkü karşısındaki kişiyi gördüğü anda kafasında “Ya selam vermezse ve çevredeki insanlara rezil olursam; ya selam verirken fazla gülümsersem ve komik duruma düşersem” gibi farklı birçok olumsuz düşünce oluşur.  Dışarıdan bir gözle bakıldığında bu düşünceler saçma görünebilir ancak kaygıdan muzdarip kişi için büyük bir işkencedir. Aslında kendisi de farkındadır bu düşüncelerin gereksiz olduğunun ama onları asla durduramaz. Hatta bu düşünceler daha başlangıçtır. Ardından sonu olmayan olumsuz düşünce silsilesi gelir. Ta ki, beynin düşünmekten patlayacağı sürece kadar devam eder.

İnsanı çıldırtır bu düşünceler. Hayattaki her olayda bu düşünce çöplüğünün içinde kaybolur. Tabii, bu düşünce yoğunluğunun yanında bir de kendini kötüleme gelir. “Otobüsü kaçırdım. Ben zaten hep böyleyim. Hiçbir şeye yetişemiyorum. Her yere geç kalıyorum. Otobüse yetişemeyecek kadar beceriksizin tekiyim. Hayatta hiçbir şeyi hak etmiyorum. Neden yaşıyorum ki zaten?” ya da “Patronumun verdiği işi yaptım ama acaba doğru mu yaptım? Asla yaptığım işi beğenmeyecek. Ben zaten bu işi hak etmiyorum. Şans eseri aldılar beni kesin ama yakında anlayacaklar ve beni işten çıkaracaklar. Çıkartılınca bir daha iş bulamayacağım. Hayatım bitti artık.” gibi olumsuz düşüncelerin içinde kaybolur ve resmen bir felakete dönüşür.

Bunun yanında bu kişi, dışarıdan olumlu bir yorum aldığında veya bir başarı elde ettiğinde bile en olumsuz şeyler aklına gelir. Karşıdaki kişi yanlış anladığı için kendisi hakkında olumlu yorum yaptığını ve başarısının tamamen şans eseri olduğunu, aslında kendisinin hayatta hiçbir başarısının olamayacağını düşünür.

En ufak bir kas ağrısı kesinlikle kalp krizidir ya da basit bir baş ağrısı kanser belirtisidir onun için. Bunların gerçek olduğuna kendini öyle inandırır ki, kısa bir süre sonra öleceği düşüncesi yüzünden daha da endişelenir ve kaygı bedenini ele geçirmeye başlar. Kaygı seviyesi arttıkça da bunalır, kalp atışları hızlanır ve nefesi yetersiz gelmeye başlar. Bir yandan elleri terler bir yandan da midesi bulanır. Olumsuz düşünceler üstüne tüm bu fiziksel belirtiler eklenince kişi, öleceğine daha da inanmaya başlar. Nefesi daha da yetersiz gelmeye başlar ve gerçekten nefes alamadığını düşünür. Artık ne yapacağını, nereye gideceğini bilemez. O an her şey ve etrafındaki her yer bulanıklaşmaya başlar. Beyni mantıklı herhangi bir düşünceye kapalı hale gelir. En sonunda bulunduğu yerden kendini dışarıya atmak gelir içinden. Eğer evdeyse kapıdan çıkıp aşağıya inmeye bile dayanamaz. Kendini camdan bile atabilir dışarıya çünkü bir an önce kurtulmak ister o düşüncelerinden.

Kaygı öyle bir şey ki yukarıdaki paragrafı yazarken bile insanı tekrardan o anları yaşadığını düşündürtür. Aynı düşünceleri, aynı mide bulantısını ve aynı nefessiz kalmayı hissettirir Tabii, bunlardan sonra yeni bir kaygı nedeni daha eklenir; kaygılanmaktan korkmak. Tekrar aynı fiziksel belirtileri yaşamaktan, mantığın tekrardan yok olmasından ve aynı düşünce yoğunluğundan korkulur. En ufak bir kaygı duyulduğunda tüm bunları bir kez daha yaşamaktan endişe duyulur ve kaygı miktarını daha da arttırır. Bu da kaçınılmaz son olan yukarıda anlattığım anksiyete atağını getirir. Aslında ondan kaçarken yine ona çıkar yol.

Aslında kaygı bir çemberdir. İnsan, bir kez bu çembere girdiği zaman asla çıkamaz ve sürekli o çemberde dolanıp durur. Ancak psikoterapiye başlamak gibi dışarıdan yardım alındığı zaman insan, bu çemberden nasıl çıkabileceğini öğrenir. Bu kaygı ile nasıl baş edebileceği, düşünceler sırasında nasıl kendini kontrol altında tutabileceği hakkında bilgi sahibi olur.

Kaygıyla baş etmeye çalışan insan, her ne kadar bilgilense de çevresinin de bu konuda bilgi sahibi olması ona destek olmaları açısından önemlidir. Ancak toplum bilgilenmeyi geç; daha bu konuyu görmezden gelir. Sanki kaygı bozukluğu çok basit bir şeymiş gibi düşünülür ve asla önemsenmez. Üzerine kişi üzerinde ne gibi bir etkisi olabileceğini düşünmeden daha da baskılar. Her şeyin düşünce tarzıyla ilgili olduğunu söyler ve bakış açısını değiştirdiği zaman bunun değişeceğine inanır. Kaygıyla mücadele eden insana “Sadece olumsuz düşünme, her şey senin düşünme biçiminde bitiyor.” gibi zarar verici tavsiyelerde bulunur. Ancak bilmez ki, bu tavsiyeleri uygulayıp başarısız olan o kişi, kendini daha da kötü hisseder ve kendisinin bir beceriksiz olduğunu düşündüğü o çembere tekrar girer. Öyle ki, daha kötüye gidip hayatını son vermeye kadar varabilir. Çünkü kendisini bir işe yaramaz olarak görür, tüm o çemberin sonunda.

Kaygı hakkında insanların bilgilenmesinin gerekmesinin bir diğer nedeni de, o kişinin kendini anlatabileceği ve kendinin yalnız olmadığını hissedeceği bir yakınına ihtiyaç duyması. Çünkü her ne kadar tedaviye gitse de başa çıkamadığı durumları yaşayabilir ve o durumlarda başka birinin ona destek olmasını ve kendisinin sakinleşmesine yardım etmesini isteyebilir. Bu süreçte yalnız olmadığını her zaman hissetmesi gerekir. Her zaman ona destek olan birisinin olduğunu bilmek ister. Çünkü yalnız olduğunu düşündüğü an kendini dışarıya kapatmaya başlar ve kendini uzun bir süre kimseye açmaz. Ne tedaviye devam eder ne de kaygıdan kurtulmaya çalışır. Kendini iyice değersiz hisseder, hayatındaki hiçbir şey çabalamaz ve kaygısı daha da artar. Öyle ki üzerine depresyon da eklenir ve süreç, en baştaki durumundan çok daha kötüye gider.

Tüm bu nedenlerden dolayı kaygı bozukluğu asla hafife alınmaması gereken bir durum. İnsanların bu konuda daha fazla bilinçlenmesi ve etrafındaki insanlara ona uygun şekilde davranması gerekiyor. Çünkü etrafındaki insanlardan kimin psikolojik problemler yaşadığını bilemezsiniz. Psikolojik sorunlar yaşayan bir kişi, toplumun kendini yargılayacağını düşündüğü için bunları etrafına anlatmaya çekinebilir ve hiçbir şeyi yokmuş gibi hayatına devam etmeye çalışabilir. Siz de hiçbir şey anlamaz ve onu o şekilde görürsünüz. Bu nedenle bu konularda olabildiğince bilinçlenip ona göre hareket edilebilir. En azından bilgi sahibi olmadan psikolojik herhangi bir konuda tavsiye verilmeyebilir.

Melis Gizem Akkaya
Melis Gizem Akkaya
Articles: 19

Leave a Reply