Sosyolojik bir bakışla Gurbet Kuşları film incelemesi

Bir Yeşilçam klasiği “Gurbet Kuşları”… Jenerik müzikleriyle bile daha filme başlarken sizi bir başka büyülüyor. Kulağınıza değen notalar, filmin genel duygusunu da size yansıtmakta çok başarılı. Filmi, köyden kente göç ile açıyoruz. İstanbul’un müthiş köy hayatı yaşamış olan biri için göz kamaştırıcı manzarası ile karşılaşılıyor.

Fakirlik, evlerin görüntüsü, mahalle ortamı, gecekondu. O dönemki İstanbul…

GURBET KUŞLARI FİLM İNCELEMESİ

Köyden göçüp gelmiş bir köylünün gözünden o zamanları izliyoruz. 1964 yılında çekilmiş olan bu film kendini bizlere, siyah beyaz bir hikayeyi didaktik bir anlatımla sunuyor. Köyden kente göç ile bir ailenin yaşam mücadelesine ve zaman içindeki değişimine şahit oluyoruz.

Aynı zamanda kadının ve kızın aile içerisindeki yerinin nasıl olduğunu Ayla ve Fatma karakterleri üzerinden karşılaştırmalı olarak görüyoruz. Şehirli olan Ayla’nın ailesi ile olan iletişimiyle Maraş’tan göçmüş bir ailenin körpe kızı Fatma’nın yemek masasında düşüncesini belirtmesinin bile “saygısızlık ve çok bilmişlik” olduğunu…

İkinci dünya savaşından yeni çıkıp kısa sürede birçok kötülüğe maruz kalmış ve yorgun düşmüş dünya, yavaş yavaş düzlüğe çıkmaya ve artık düzeni savaş yerine teknolojik ilerlemelerle gerçekleştirmekte kararlıydı. Bizler savaşa dahil olmamayı tercih eden bir ülke olmuş olsakta Dünyadaki krizden etkilenmemek mümkün değildi. Ve tabiki de payımıza düşen kadarını aldık.

GÖÇÜN ARDINDAKİ DEĞİŞEN DÜZEN: MARAŞ’TAN İSTANBUL’A YOLCULUK

Değişen bir düzenden bahsetmiştik. Bunun ilk adımı köyden kente yapılan göçtür. Kent hayatı, köy hayatına nazaran daha fazla imkana sahip olduğu için kent insanı görece daha zengindir. Köylüye özellikle de köyde yaşayan gençlere bir süre sonra bu hayat çeşitli başta ekonomik sebepler olmak üzere çekici gelmeye başlamıştır. Ve zamanla soluğu şehir de almışlardır.

Hikayemizin baş kahramanlarını bulunduran ailemiz de, yukarıda da bahsetmiş olduğum gibi Maraş’tan “İstanbul’a şah olmak” için göçmüş küçük burjuva bir ailedir. Burjuva diyoruz çünkü,-izleyince fark edeceğiniz üzere- ellerinde birikmiş bir miktar para ile geliyorlar ve kendilerine ait bir tamirci dükkanı işleteceklerini sanıyorlar. Ama gel gör ki insafsız kader onları daha ilk günden oyuna getiriyor ve dolandırılıyorlar. Buna rağmen hâlâ daha ellerinde kalan bir kısım parayla daha küçük bir tamirci dükkanı açıyorlar.

AİLE PORTRESİ: İYİ, KÖTÜ VE ORTANCA KARDEŞLERİN HİKAYESİ

Ailemizi daha yakından tanıyacak olursak; Bu yedi kişilik ailede 3 erkek çocuk vardır. 

Kemal, Selim ve Murat. Kemal içlerindeki en entellektüel olan dizinin yaratmak istediği iyi (olunması gereken yurttaş profili) ve kötünün; iyi olanı, aydın olanıdır. Üniversite okur ve doktor olmak ister.

Murat, Kemal’in tam tersidir. Filmde ortaya koyulan iyi ve kötünün, kötü tarafını temsil eder. Daha katı, hayatındaki sorunları, içinde bulunduğu anlaşmazlıkları kavga ve dövüşle çözmeye çalışan bir tiptir. Şehre geldiğinde aile üyeleri arasında içinde bulunduğu bu koca şehre en çok uyum sağlayan o’dur. Çünkü tam kapitalist düzene o “ilk alan kazanır” bakış açısına sahip olup her şeye atmaca gibi atlar. Okuyan kardeşini küçümser.

“Bu dünyanın dingili ekmek olum ekmek. Sen de zerre kadar düşünce olsa bizim gibi üçün beşin yoluna bakarsın.” Erkek kardeşlerin sonuncusu olan ortanca kardeş ise, Cüneyt Arkın’ın hayat verdiği Selim karakteridir. O ise Murat kadar olmasa da ondan aşağı kalır bir tarafı yoktur. Murat gibi geleneksel ve şu anın tabiriyle “cahilce” bakış açısından o da kurtulamaz. Bu iki karakter için “namus”, “şeref” çok önemlidir.

FARKLI KİMLİKLER, TOPLUMSAL BASKILAR: YEŞİLÇAM’IN KADIN PORTRESİ VE ‘FATMA’NIN HİKAYESİ

Her ne kadar önemli gördüğü şeyler bunlar olsa da film de bunlara ne kadar bağlı kaldıklarını izleyince göreceksiniz. Son olarak evin körpe genç kızı olarak Fatma vardır. O Anadolu kadınına biçilen -bana göre nereden geldiği bilinmez- namuslu, edepli kız olmakla mükelleftir. Abilerinin ve babasının başını yere eğemez. Bu sebeple uyması gereken kuralları vardır. İzlerken anladığım kadarıyla ondan beklenen/ istenen şey annesine ev işlerinde yardım etmesidir. 

Kardeşlerin her biri üzerinden dönenen ayrı bir hikaye ve bu her hikayenin altında da ayrı bir toplumsal alt mesaj vardır. Fatma üzerinden anlatılan bu hikayede şehirli ve köylü kadını arasındaki ayrımı; aynı zamanda da boşanmış olan, tek başına yaşam mücadelesi veren bir kadının da toplum gözünde nasıl göründüğünün resmini çizmeye çalışır. Kent hayatının aile nedir bilmez kadınları tarafından yoldan çıkarılan Fatma, hep ayıpladıkları …’ a benzemiş hatta yakın arkadaş olup beraber fuhuş yapmaya başlamışlardır.

İzninizle burada biraz soluklanalım istiyorum. Öncelikle Yeşilçam sineması inanılmaz başarılara imza atarak, özellikle de içinde bulundukları dönemi bana göre en gerçekçi haliyle perdeye yansıtmayı başarmış bir sinema devridir. Bu filmde de çarpıcı olarak bunu görüyoruz ve hissediyoruz. Ancak eleştiri yapacak olursam, filmdeki bu ya ak, ya kara olma zorunluluğunu sevmedim. Yani köyden şehre gelen her kız yoldan çıkacak, evden kaçıp fuhuş yapacak hali yok bana göre. Ya da her boşanmış kadın da bir şeyler için tabiri caizse “aranmıyordur”. Ama tabi ki ben bu fikirlerimi şu anki yaşadığım devrin bakış açısıyla rahatlıkla söylüyorum. Eminim ki o dönemde de şu an düşündüğüm gibi düşünen ve kendi ayakları üstünde duran kadınlarımız, kızlarımız vardır.

Odaklanmaya çalıştığım ve film izlerken de illa seçim yapmak zorunda olduğumuz bu ayrımcılık halini eleştirmek istedim. Fatma karakteri bana göre çok özel. Çünkü, aslında hikayenin sonunda olanın yine kadına olduğunu görüyoruz. Hayat hakkında hiçbir şey bilmeyen ve öğrenmeye aç bir yaşta olan her genç kız gibi Fatma’nın da elinden tutan ona bir şeyleri kararınca göstermesi gereken birine ihtiyaç vardı. Fakat bu görevi ne anne babası ne de abileri üstlendi. Kemal’in tutumu da beni izlerken şaşırtmış olan detaylardan biriydi. 

KÖYDEN KENT HAYATINA VE BEYİN GÖÇÜNE DAİR: YEŞİLÇAM’IN AYNA TUTAN HİKAYESİ

İşte filmdeki bu kent hayatı,köydeki masum el değmemiş kızı “kirleten” bir figür olarak yansımış olsada kadın figürünün değişimi, İstanbullu kent hayatının kadını; okuyan, filmleri izlemeye giden, kendine bakan daha alafranga bir hayat tarzını benimseyen kimselerdir. Fakat, bir o kadar da vatanına sahip çıkan, ailesine bağlı kimselerdir de. İstisnalar vardır, yok diyemeyiz fakat bu istisnalar olsa da kaideyi bozmaz.

Sözlerimi sonlandıracak olursam velhasıl dönemin ruhununu, toplumun içinde bulunduğu sıkıntıları anlatmaları ve izlerken bir noktada şu an hâlâ daha aynı yerde olmamız benzer sorunları hâlâ ve hâlâ tartışıyor olmamız beni oldukça düşündürttü.

Beyin göçü dediğimiz bu gerçeğin o zaman da önemli olduğu hatta o dönemde asıl yeni başladığı.

Gitmek isteyenle kalmak isteyenin bakış açısını Kemal ve Ayla üzerinden net bir şekilde görüyoruz. Ayla, Kemal’in aksine şehirli bir kız. Abisi eğitimini Amerika’da tamamlamaya gitmiş ve düzenini orada kurmaya karar veren biri. Ailenin kızları için olan temennisi de bu yönde. Fakat burada Kemal’in duruşu oldukça keskin olduğunu daha çok o dönemlerdeki Ulusal Sol bakış açısına sahip olarak ülkedeki eğitimli genç aydın kesmin göç etmek yerine ülkesine sadık birer yurttaş olarak Anadolu’da bulunmaları.

“Ne olmuş yani, koca ülke dar mı gelmiş!”

“Bizi burada bekleyen vazifelerimiz var.”

Filmin son sahnesi didaktik temelli iki farklı ama aynı amaç uğruna sohbet eden bir genç çiftin Kemal ie Ayla Arası da geçen diyaloğa aittir. Burada izleyiciye son kez bir ana fikir verilmeye çalışılır.

“Herkes daha iyi bir hayatı hak eder değil mi?”

“Biz kabına sığmayan bir ırkız.”

“İnsanlar birbirlerini boğazlamayı bırakıp, birlikte yaşamasını öğrendikleri gün dünya büyük bir şehir olacak. Ama bizler şimdilik kendi küçük evimizi onarmak zorundayız.

-Keşke bunun çaresini bir bilen olsa…”

O zamanlar daha gencecik olan Filiz Akın ve Cüneyt Arkın’ı görme fırsatı bulduğum bu filmi; umarım izler, geçmişimizi, şu anımızı ve geleceğimizi sorgulama cesareti gösterebilirsiniz. Tüm izleyeceklere şimdiden iyi seyirler. İzlemiş olanlara ise çokça sevgiler.

sudepamukcu
sudepamukcu

Çeşitli sayfalarda İçerik Editörlüğü yapmış olan Pamukçu, Uludağ Üniversitesi Sosyoloji bölümü öğrencisidir. Haziran 2023'den bu yana Siyah Dergi yazarıdır.

Articles: 11

One comment

  1. Bana kalırsa Gurbet Kuşları, Türkiye’nin yakın tarihine ışık tutan en önemli romanlardan biri. Göç ve kentleşme olgusunun yarattığı sorunlar, yoksulluğun ve siyasi çalkantıların insanın hayatını nasıl etkilediğini falan acayip çarpıcı bir bir biçimde ele alıyor.
    Şurada da anlatıldığı üzere – https://kitapyorumlar.com/orhan-kemal-gurbet-kuslari-incelemesi/ – Yakın dönemi anlamak için Gurbet Kuşları’yla birlikte Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına’sı, Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık var romanı ve Füruzan’ın Parasız Yatılı yapıtları bence önemli kitaplar.

Leave a Reply