KAFKAESK TARZ ve TÜRK EDEBİYATI

KAFKAESK TARZ ve TÜRK EDEBİYATI

“Kafkaesk” terimi, özellikle Dava ve “Dönüşüm” adlı eserini anlatan kavramları ve durumları tanımlamak için kullanılır.

Kafkaesk, Franz Kafka’dan esinlenerek üretilen, Kafka’nın tasvirlerindeki gibi, tehdit edici ya da korkutucu anlamlarına gelen bir sıfattır. Kafka’nın stiline özgü olarak hikâyelerinde anlatım akışının doğal bir parçası olarak, bilinen ve algılanan gerçeklikten kopma, uzaklaşma durumunu ifade eder. Kafka’nın ve eserlerinin Türk Edebiyatı ve Türk yazarları üzerindeki etkisi, alımlanmanın başlangıcından itibaren Türkiye’deki tarihsel ve siyasi gelişmelere bağlı olarak farklı dönemlere farklı şekillerde görülmektedir. Öncelikle Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Kafka’nın “Dönüşüm” eseri ile bağlantı kurularak bir dönüşüm olarak kabul edilmektedir.

Demir Özlü’ye göre: Bugünkü Türk aydınının durumu Dava’daki Joseph K.’dan ayırt edilemez. Çeşitli ekonomik, toplumsal, tarihsel ve uluslararası koşulların elinde oyuncak olmuş Türk insanının durumu Kafka’nın “Kanun Önünde” anekdotunun kahramanının kaderiyle tıpa tıp uymaktadır. Şato’daki K.’nın durumu eksiksiz Türk insanının durumudur.

Ferit Edgü ise Kafka’nın eserlerinin başka hiçbir ülkede Türkiye’den daha iyi anlaşılamayacağını iddia eder: Biz hemen hiçbir ayrımı olmadan onun ülkesinde yaşıyoruz. Bütün savunmalar, bütün konuşmalar boş. Aynı dili konuşuyoruz, istesek de istemesek de yapıyoruz bunu… Bütün her şey gözümüzün önünde olup bitiyor. Sanki bir Ceza Sömürgesi’nde yaşıyoruz…

Türk edebiyat eleştirmenleri bazı Türk yazarları ile Kafka arasında farklı yönlerden bazı benzerlikler olduğunu ifade etmektedirler. Örneğin Sait Faik [Abasıyanık] (1906-1954), Ahmet Hamdi [Tanpınar] (1901-1962), Yusuf Atılgan (1921-1989), Bilge Karasu (1930-1995), Ferit Edgü (*1936), ve Hasan Ali Toptaş (*1958) gibi.

Sait Faik’in Kafka’ya olan benzerliği bilhassa yazmaya olan ihtiyacı noktasındadır, çünkü o da “yazmasam delirecektim” der. Abasıyanık’ın kendi yalnızlığı ve seçmiş olduğu yalnızlık ve basit insanların hayatları üzerine konular Kafka’ya benzer diğer yönleridir.

Altmışlı ve yetmişli yıllarda Oğuz Atay ve Yusuf Atılgan gibi bazı Türk yazarlarında, James Joyce, Robert Musil, Virginia Woolf, Albert Camus ve Franz Kafka gibi batılı yazarlardan etkilenme ile yeni bir roman anlayışı görülür. Bu bağlamda Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar“ ve Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam“ ve “Otel Anayurt“ romanları sadece dönüşüm, yani modernleşme ve Avrupalılaşma olayına eleştirel bir yaklaşım olarak değil, aynı zamanda kendi geçmişi ve kimliği ile hesaplaşma olarak değerlendirilebilir. Eserdeki kahramanlar Kafka’daki gibi yalnız, dış dünyadan izole edilmiş, umutsuz ve daha başından başarısızlığa mahkûm olan insanlar olarak tanımlanırlar. Başarısızlıklarının nedeni yenilemeyecek kadar güçlü bir sisteme karşı direnmelerinden kaynaklanır. Anlatımda Kafka’nın eserlerine benzer şekilde birey, anlatılan iç dünyası ve psikolojik durumu ile merkezi bir konum alır. Bu dönemde Kafka ile karşılaştırılan Yusuf Atılgan’ın Kafka ile benzerliği eserlerindeki yalnızlık, yabancılaşma ve bireyin iletişimsizliği gibi konu düzeyindedir.

Bu dönemdeki en önemli Türk yazarlarından Bilge Karasu, ABD’de 1991 yılında başyapıtı sayılan Gece romanı ile geçmiş on senenin en iyi yabancı yazarı olarak Pegasus Ödülü’ne layık görüldü ve orada, “Türk Kafka’sı” olarak tanımlandı. Türk yazar Hasan Ali Toptaş’ın Kafka’ya olan eğilimi ise çok yönlüdür. Utangaç ve çekingen karakteri, yazma isteği ile birlikte sürdürdüğü memurluk hayatı, eserlerindeki konu seçimi Kafka’ya olan benzerliklerinden bazıları olarak sayılabilir.

Franz Kafka Almanca yazılan edebiyat içinde dünyada en çok okunan ve eserleri en çok yorumlanan yazarlardan biridir. Farklı dillere çevrilerek uluslararası büyük yankı bulan Kafka’nın eserlerinin Türkçe’ye çevrilmesi Türkiye’de 1950‟li yıllarda başlar. Türkiye’deki Kafka alımlanmasının temelini oluşturan bu çevirilerin aynı zamanda Türk Edebiyatı ve entelektüel dünyanın gelişimini devamlı etkilediği görülür. Türkiye, kültürel ve toplumsal yapısı itibarıyla Franz Kafka’nın doğup büyüdüğü ve sosyalleştiği ortamdan birçok açıdan farklılık gösterir. Bu farklılığa bağlı olarak ortaya çıkan alımlanma şartları Kafka ve eserlerini anlama ve yorumlamada da farklılıkları beraberinde getirir.

Türkiye’deki Kafka alımlanmasının ilk dönemi (1950-1960) Demokrat Parti’nin 1950’de seçimi kazanmasından sonra oluşan yeni siyasi dönemle başlar ve 1960 yılındaki birinci askeri darbeye kadar devam eder. Bu ilk dönem, tek tük yapılmış Kafka çevirileri ve Türk eleştirmenlerin kaleme aldığı birkaç makale ile sınırlıdır. Bu dönemde yapılan çevirilerin, orijinal kaynak dil Almancadan değil Fransızca ve İngilizceden yapıldığı dikkati çekmektedir. Bu kapsamda ilk olarak 1951 yılında Kafka’nın kısa hikâyesi, “Die kaiserliche Botschaft” Necip Alsan tarafından “İmparatorun Mesajı” adıyla Türkçeye çevrilir ve Beş Sanat edebiyat dergisinde yayınlanır.

İlk darbe sonrasında, yani 1960‟dan sonra başlayan ve 1980‟deki üçüncü darbeye kadar devam eden ikinci dönemde Kafka’nın eserleri ilk olarak orijinal dilinden yani Almancadan Türkçeye çevrilmeye başlanır. Kafka’nın eserlerinin çevirilerine paralel olarak 1960‟lı yıllarda Avrupa dillerinde Kafka üzerine yazılmış eserlerin Türkçeye çevirileri de başlar. Bu eserlere olan ilginin nedeni ve bunların çevrilmesindeki en önemli etken, bu eserler olmaksızın Kafka’nın eserlerinin anlaşılamayacağı düşüncesidir.

1980 yılında yapılan üçüncü askeri darbe sonrasında toplumun siyasallaşmasının geniş ölçüde engellendiği dönemde, özellikle ikinci dönemde ön plana çıkan ve siyasi gelişmeler çerçevesinde yapılan Kafka yorumlarında bir azalma görülür. Ancak bu azalmaya rağmen bu dönemde de devletin siyasi karar ve uygulamalarını eleştirmede Kafka’nın eserleri kullanılmaktadır.

Dönüşüm – Die Verwandlung hikâyesi Kafka’nın Türkçeye en çok çevrilen eseridir. Bu hikâye pek çok çevirmen tarafından Türkçeye çevrilerek yirminin üzerinde yayınevinde defalarca yayınlanmıştır. Dava – Der Prozess, Kafka’nın Türkiye’de en çok tanınan ikinci eseridir. Kafka’nın dine ve inanca karşı olan ilgisi bakımından da Türk okuyucuları arasında farklı bir algılama görülmektedir. Kafka bu yorumlara göre ya ateist ya da dindar bir kişi olarak tanımlanır. Ancak Kafka’nın dini-etnik kökeninin ne olduğu okuyucuların büyük bir kısmı için herhangi bir önem taşımaz. Franz Kafka, eserlerinde, hiçbir evrensel kanunun insan kaderini idare etmediği, hiçbir prensibin ferde bir yer ve vazife vermediği manasız bir dünya içinde olduğumuzu farz eder. Daha doğrusu bu, içinde Allah’ın bulunmadığı ve onu aramanın cezasını çeken insan sorumunun bahis konusu olduğu Kafka’ya has bir dünyadır. Turan Oflazoğlu ise In der Strafkolonie – Ceza Kolonisinde eserinin çevirisinde bulunan önsözde bu konuya değinir. Oflazoğlu burada Kafka’nın sürekli olarak kişinin benliğindeki tahrip edilemeyenin arayışı içinde olduğunu ve eserlerinde de dini meselelerle uğraşan inançlı bir Yahudi olduğunu vurgular.

Bu yazının oluşumunda Doç.Dr.Süreyya İlkılıç’ın “Türk Edebiyatında Kafka Etkisi” adlı eserinden ve “Ekspresyonizm; Kafka’nın Türkiye’de Alımlanması ve Dönüşüm’e Genel Bir Bakış” adlı yazısından faydalanılmıştır.

Semih Ertürk
Semih Ertürk
Articles: 34

Leave a Reply